“LENFOMAYI TİPİK BİR KANSER OLARAK GÖRMEYİN”
Medipol Mega Üniversite Hastanesi Hematoloji Bölümünden Doç. Dr. Ömür Gökmen Sevindik, toplumda sıkça görülen lenfoma hastalığına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
Her sene 100 bin kişiden 7 ila 9’unun bir lenfoma alt tipi tanısı alabildiğini ve bu sıklığın ilerleyen yaş ile birlikte çok daha artabildiğini belirten Hematolog Doç. Dr. Ömür Gökmen Sevindik “Kanser kelimesini lenfomalarda sevmiyoruz. Çünkü kanser dediğimiz zaman tedavisi mümkün olmayan, hızla ölüme götürecek bir süreç olarak algılanıyor. Lenfomalarda bu algıyı yıkmak istiyoruz. Lenfomalar bizim başarıyla tedavi ettiğimiz hastalıklardan bir tanesi. Teorik olarak hücresel bir kanser ama bu bir pankreas, karaciğer veya akciğer kanserleriyle kıyaslanamayacak derecede iyi sonuçlar aldığımız bir hastalık” dedi.
Doç. Dr. Sevindik, lenfomanın, vücudun bir bağışıklık sistemi hücresi olan lenfositlerin aşırı çoğalma durumu olduğunu belirterek “Bir hücre grubu aşırı ve kontrolsüz bölündüğü zaman tümöral durum meydana gelir. Lenfoma da aslında bir tümöral durumdur. Lenfomalarda bu hücre grubu bizim lenfosit dediğimiz hücrelerdir. Bu lenfositler daha çok vücudun lenf nodu dediğimiz savunma sisteminin yapı taşları olan belli başlı bölgelerde bulunuyor. Bulundukları yerlerde aşırı çoğalma gösterdiklerinde lenf nodüllerinde büyüme ve şişme meydana geliyor. Özellikle baş-boyun, kulak arkası ve önünde, akciğerlerin etrafında, yine karındaki geniş damarların etrafında, kasık bölgesinde lenf nodülleri bulunur. Nodüllerin buralarda bulunmalarının sebebi ise oradaki herhangi bir lokal enfeksiyona hızlıca bağışıklık yanıtı oluşturmaktır. Tabii normal fonksiyonları bu olmakla birlikte kontrolsüz büyümeye, bölünmeye, parçalanmaya veya çoğalmaya başladıklarında ortaya lenfoma çıkıyor” dedi.
“Nedeni tam olarak bilinmiyor”
Günümüzde lenfomanın nedeninin tam olarak bilinmediğini ifade eden Doç. Dr. Sevindik, şöyle devam etti: “Genel olarak sigara, radyasyon, pestisitler, kimyasala maruziyetlerin lenfomaya neden olabileceğini biliyoruz. Bunun yanında özellikle bazı non-hodgkin lenfoma alt tiplerine virüs ve bakteriyel enfeksiyonlar neden olabiliyor. Günümüzde nedenine ilişkin tam bir bilgi yok ancak biz nedeninden ziyade tedavi sonuçlarıyla ilgileniyoruz. Lenfomalarda kalıtsal faktör çok düşüktür. Tüm lenfomaları düşünürseniz yüzde 5’in de belki ailesel bir yatkınlık söz konusu olabilir. Hamilelik dönemindeki sigara, alkol gibi kötü alışkanlıklar ileride çocukta lenfoma, lösemi gibi her türlü tümöral durumun gelişmesine sebep olabilir.”
“Her 100 bin kişiden 7 ila 9 kişi yakalanabiliyor”
Doç. Dr. Sevindik, lenfomaların toplumda görülme sıklığına ilişkin ise şu bilgileri verdi: “Her sene 100 bin kişiden 7 ila 9 kişi bir lenfoma alt tipi tanısı alabiliyor ve bu sıklık ilerleyen yaş ile birlikte çok daha artabiliyor. Biz kanser kelimesini lenfomalarda sevmiyoruz ama tümöral durumlar olarak baktığımızda tüm kanserler içerisinde de 7 veya 8’inci en sık görülen tür diyebiliriz. Şöyle bir fark var; biz kanser dediğimiz zaman genellikle hastalarımız ümitsiz, tedavisi mümkün olmayan, hızla hastayı ölüme götürecek bir süreç algılıyor. Aslında biz lenfomalarda bu algıyı yıkmak istiyoruz. Çünkü lenfomalar bizim başarıyla tedavi ettiğimiz hastalıklardan bir tanesi. Teorik olarak hücresel bir kanser ama bu bir pankreas, karaciğer veya akciğer kanserleriyle kıyaslanamayacak derecede iyi sonuçlar elde edebildiğimiz bir hastalık.”
“2 ana alt tipi bulunuyor”
Lenfomanın 2 ana alt tipi olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Sevindik, şu değerlendirmede bulundu: “Lenfomanın ana olarak Hodgkin ve Non-Hodgkin tipleri ve onların altında da birçok yan tipleri bulunuyor. Aslında biz bunu patoloji ve hücre gruplarına sınıflıyoruz. Genellikle 15-34 yaş arası ve 55 yaş üstünde Hodgkin lenfoma görürken, Non-Hodgkin her yaşta ortaya çıkabiliyor. Hodgkin lenfomada tedaviye olumlu yanıt verme oranı oldukça yüksek. Bu hastalarda tamamen iyileşme oranımız yüzde 80’in üstünde. Tabii erişkinlerde ne yazık ki daha çok Non-Hodgkin lenfomayla karşılaşıyoruz. Non-Hodgkinlerde tamamen iyileşme oranının alt tipleriyle değişmesiyle birlikte yüzde 60 ila 80 arasında olduğunu söyleyebiliriz.”
“Şişlik, yüksek ateş, gece terlemesine dikkat”
Doç. Dr. Sevindik, genellikle hastaların şu şikayetlerle hastaneye başvurduklarını açıkladı: “Genel olarak hastaları hastaneye getiren belirtiler rastlantısal veya bir şekilde tespit edilen lenf nodu şişliği oluyor. Ama bunun yanında ateş yüksekliği, gece terlemesi, kilo kaybı gibi dolaylı belirtileri de olabiliyor. Lenfoma tanısı tamamen biyopsiyle konuluyor. Lenfoma alt tiplerini birbirlerinden ayırabilmek için hücresel yapıyı tamamen değerlendirmeliyiz. Kısaca o bölgeden doku örneği yani biyopsi örneği alıyoruz. Örneği hem biz hematologlar hem pataloglar inceliyor, böylece net bir alt tipleme yapılabiliyor.”
“Kemoterapi, immünoterapi seçenekleri mevcut”
Günümüzde Hodgkin lenfomada yoğun olarak ilk sıra tedavide kemoterapi kullandıklarını belirten Doç. Dr. Sevindik, şu değerlendirmede bulundu: “Ancak günümüzde immünoterapi dediğimiz hedefe yönelik tedaviler başta olmak üzere çok farklı yöntemlerimiz var. Hodgkin lenfomada kemoterapiyle başarı oranımız çok yüksek olduğu için henüz bu yöntemi terk etmedik. Ama Non-Hodgkin lenfomanın bazı alt tiplerinde artık hiç kemoterapi uygulamıyoruz ve direkt halk arasında akıllı ilaç olarak bilinen hedefe yönelik ilaçları veya immünoterapileri uyguluyoruz. Hodgkin lenfomada da eğer nüks görürsek bu akıllı ilaçları veya hedefe yönelik ilaçları devreye sokuyoruz.”
“Tedavi sürecinde kırmızı meyvelerden kaçınmalılar”
Doç. Dr. Sevindik, kemoterapi sürecinde dikkat edilmesi gerek hususları şöyle sıraladı: “Kemoterapinin bizim en çekindiğimiz yan etkisi aslında enfeksiyonlar. Biz lenfoma hastalarımızı eğer kaybedersek enfeksiyonlardan kaybediyoruz. O yüzden enfeksiyonlara karşı hastaların kendilerini çok iyi korumalarını istiyoruz. Özellikle burada günümüzde çok aşina olduğumuz terimlerin başında gelen sosyal izolasyon önemli bir nokta. Çünkü enfeksiyonlar genellikle başka insanlardan taşınıyor. Hatta bazı hastalarımız ilaçların etkisiyle çok ciddi bağışıklık sistemi eksiklikleri yaşayabiliyor. O dönemde çok daha fazla dikkatli olmalarını istiyoruz. Özellikle beslenme konusu çok fazla merak ediliyor. Hasta ilk tanıyı alır almaz ben neyle beslenmeliyim diyor. Kemoterapi tedavisinde etkinliği değiştirebilecek kırmızı meyvelerden kaçınmalarını istiyoruz. Bunun yanında sağlıklı bir Akdeniz diyeti dışında başka bir önerimiz olmuyor.”
“İlk 5 yıl düzenli kontrol şart”
Lenfomaların tedavi sonrası tekrarlama risklerini de değerlendiren Doç. Dr. Sevindik, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Eğer hasta önceden sahip olduğu kötü alışkanlıklara dönerse örneğin, sigara kullanmaya başlarsa tekrarlama riskini artırabilir. Daha önce maruz kaldığı kimyasala tekrar kalırsa riski artırmış olabilir. Tabii ki lenfomalarda herhangi bir risk faktörü olmasa bile ne yazık ki bir nüks riski var. Bu risk özellikle ilk 5 yıl daha yoğun. Ama 5 yıldan sonra ciddi anlamda azalıyor. O yüzden biz ilk 5 yıl içinde hastalarımızı yakın takip etmek istiyoruz. 3 veya 6 ayda bir mutlaka değerlendirmek, muayene etmek bizim için önemli. O yüzden hastalarımıza önerimiz kesinlikle hematoloji muayenelerini aksatmamaları oluyor. Tabii nüks algısal olarak her şeyin sonu gibi görülebiliyor ama kesinlikle değil. Nüks olmuş birçok hastamızda da pek çok akıllı tedaviler, immünoterapiler gibi pek çok seçeneğimiz var. Mühim olan bu nüksü zamanında tanıyabilmek.”
Kaynak:İHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.