Yeryüzü, mazlumların ve zalimlerin birlikte yaşadığı bir evren. Bu evren her ne hikmetse tarih boyu zalimlerin iktidarı ile yönetilmiş onların hukuku süre gelmiştir. Ancak, bir gün illahi adaletin tecelli edeceğini bilmezler. O gün gelindiğinde neye uğradıklarına şaşırırlar. O gün ne tankları ne tüfekleri ne de teknolojilerinin bir işe yaramadığını görürler. Yeter ki, mazlumlar bir ve beraber olmayı başarabilsinler.
Bu gün yeryüzü mazlumları ağlıyor, çocuklar katlediyor yaşadıkları yerler yok ediliyor, daha doğrusu insanlık ayaklar altına alınıyor ve medeni dünya seyirci...
Yarabbi sen mazlumları zalimlerin şerrinden koru mazlumları muzaffer yele..
Gündelik hayatın hengamesine, siyasi hayatın keşmekeşine, kıyasıya birbirimizi yıpratan çatışma ortamına kendimizi kolayca kaptırıyoruz . Bu hengame ,bu keşmekeş bu çatışmalar aklımızı başımızdan öyle bir alıyor ki, içinde çıkış noktamızı, buraya geliş sebeplerimizi, başka insanlarla olan ilişkimizin sebebini, mahiyetini de gözden kaçırıyoruz.
Rekabet ettiğim insan, benim gibi biri.Onun varlığı benimde varlığımın bir parçası. Aynı vardan var olmuşuz, aynı yere gidiyoruz. Benim insan olmamın sebebi başka bir insanla olan ünsiyetim. Bu ünsiyet olmazsa, insan olma vasfımız tamamlanmamış oluyor. Ama işin ilginç tarafı insan olmaya dair hikayenin yani kelimenin bir boyutu da nisyan ile kaim.
Ünsiyet ettiğimiz kadar birbirimize, birbirimizle olan ilişkimizin mahiyetini de, bizi var kılan asıl var'ı da unuturuz, nisyana bırakırız. İnsan olmanın trajik tarafı unutmanın da bu varoluşa dahil olması, hatta insan olma vasfını daha da belirliyor olması.
Yaradanı unuturuz, O'na olan ahdimizi, O'nun tarafından yaratılmış olduğumuzu, sahip olduğumuzu zannettiğimiz her şeyin, bedenimizin, tabiatımızın, varlığımızın, dilimizin her şeyimizin sahibinin O olduğunu aklımıza bile getirmeden bir sürü iş yaparız.
Kendi elimizde olmayan şartlarla bazı özellikler verilmiş doğ(urul)muş olduğumuzu unuturuz, bize verilmiş bütün özelliklerin kendimize ait olduğunu zanneder, onlarla başkalarına kibirlenme, büyüklenmenin gafletine, nisayanına dalarız. Herkes bilir, ama insanların çoğu şu veya bu oranda bu en çıplak en temel hakikati unutarak yaşarlar. Hidayetten sonra delalet, insanın en mutat hallerinden. İnsanın en temel bilgileri yokmuş gibi yaşaması, başka insanlara da bu bilgilere sahip değilmiş gibi davranmaya kalkışması nisaynından da öte cahiliye hali. Rabbimize ahdimizi unutmuş olmamız, dünyadaki varlığımızın, kesinlikle her birimize varoluşumuzla bildirilmiş hikmetini ve hakikatini unutmuş olmamızın vahim sonuçları sadece kendimizle sınırlı kalmıyor. Bilginin nisyanı bizim birbirimizi unutmamızı, ötekine uzaklaşmamızı da getiriyor beraberinde.
Biz insan olarak birbirimizin nesiyiz?
Rabbini unutan kendini de unutur, kendini unutan, başka insanları da unutur. Onlara karşı görevini, sorumluluklarını ve yerini de. Bütün sorunlar buradan çıkmıyor mu? O halde sorunun başladığı yerden sormaya başlamak lazım:
Biz birbirimizin nesiyiz? Bizi var eden ünsiyetimiz bizi kendi nisayanımıza terk ediyor olabilir mi?