Bir gün Nasrettin Hoca’nın eşeği çalınmış. Bağırmış çağırmış, konu komşu toplanmış. Hoca durumu anlatınca herkes bir şeyler söylemeye başlamış.
-Hocam ne diye ahırın kapısını bir kilit takmadın.
-Evine hırsız girmiş senin yeni haberin olmuş, bu nasıl iştir.
-Hocam kusura bakma ama tüm suç senin doğru düzgün bir ahırın bile yok, dökülmüş baksana.
-Hocam kış uykusuna mı yattın nasıl duymazsın.
Tabi bunları duyan hoca sinirlenmiş:
-Yahu iyi güzel de Hırsızın hiç mi suçu yok?
Kıymetli Dostlarım bildiğiniz üzere geçen hafta Sezen Aksu üzerine bir yazı yazdım. Ne dinsizliğim kaldı ne bilgisizliğim ne cehaletim kaldı ne düşüncesizliğim.
Sonra dönüp kendime dedim ki hakikaten ya ben ne cahil bir adamım, sen yıllarca oku sonra hiçbir karşılık beklemeden memleketinin sorunlarını, kendimi hedefe koyarcasına anlatmaya çalış.
Neyse dedim ya cehalet güzel şey o yüzden devamke.
O yüzden bu yazımda en çok kızdığımız ve kabullenemediğimiz cehalet ve eleştiri üzerine konuşmak istiyorum. Çünkü anladım ki bizim bu kavramlarla sorunumuz var.
Halbuki cehalet farkında olunduğunda son derece güzel bir kavramdır. Mesela Sokrates kendisini hiçbir zaman ‘bilen kişi’ yani bir filozof olarak görmemiştir. Hatta “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” der ve aslında Sokrates’i Sokrates yapan da budur.
Bakın Ahzâb suresinin 72. Ayeti ne diyor. “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” Yaradan’ımız bize cahil diyor bu sözcüğün güzelliği daha nasıl anlatılabilir ki!
Ayrıca eleştiri sözcüğü de son derece güzel bir sözcüktür. Kıtaların hükümdarı büyük İskender bir gün yolda Diyojen’i görür ve ona benden bir dileğin var mı diye sorar. Bunun üzerine hayatının en büyük eleştirisiyle karşılaşır: “Gölge etme başka insan istemem” der. Normalde biz olsak kıyametleri koparır ve kellesini alırız. İskender ne yapıyor biliyor musunuz, şu ibretlik yanıtı veriyor:
“İskender olmasaydım Diyojen olmak isterdim.”
İnsanların belirli noktalara takılıp kalmaları onları yormaktan öteye geçmez. Bırakalım insanlar bizi eleştirsinler, hatalarımızı arayıp bulsunlar. Bizlere yorumlar yapsınlar. İstemediğimiz şeyleri söylesinler. Bizi kızdırsınlar, üzsünler çünkü bunlar kendimizi yenilememize yardımcı olur. Saygı çerçevesinde kaldıktan sonra yapacağımız her diyalektik (tartışma sanatı) bizi daha çok yüceltir. Geçen hafta yazımı okuyup bana eleştiri yapan herkese teşekkür ederim. Yaptığınız her eleştiri hem sizi hem beni güçlendiriyor. Ayrıca bu bizim okuyan bir millet olduğumuzun da en güzel kanıtı. Biz beraber isek varız yoksa kocaman bir hiçten ibaretiz.
Not: Geçen hafta maksadım tatbikî kimseyi savunmak değildi olamaz da zaten. Amacım sadece bir noktaya ‘takılmamalıyızı’ vurgulamaktı. Yoksa söz konusu kutsalımız ise gerisi kuşkusuz teferruattır. Ayrıca vereceğimiz tepkileri toplumda var olan diğer sorunlara da vermemiz gerektiğini ifade etmek istedim ve
Beni eleştirenlere bir soru sormak istiyorum.
Hırsızın hiç mi suçu yok?