CUDİ DAĞI’NDA BİR ASUR ŞEHRİ: ŞAH

Şah köyü, Cudi Dağı’nın içlerine saklanmış kadim bir Asur şehridir.

Milattan önce 3500 yıllarından başlayan Antik Mezopotamya’nın Sümer Akkad, Babil ve Elam gibi güçlü ve bir o kadarda haşmeti medeniyeti olan Asurlular kuzey sınırını Cudi’nin güney yamaçlarına dayamışlardı.

Ulaştıkları her yerde kayalara yaptıkları ince işçilik ve bu işçilikle göstermeye çalıştıkları haşmet, hala hayret uyandıracak bir zariflikte…

Bu işçiliklerden bazıları da Cudi dağının güney yamaçlarında tek girişi olan ve sanki dağ içinde üstü açık bir oda veya oba gibi görünen Şah köyünde bulunmaktadır.

Bilindiği üzere Mezopotamya insanlık kadar dinlerin de merkez coğrafyasıdır. Akkadca Kapı anlamına gelen Bab ve tanrı anlamına gelen İli kelimelerinden oluşan Babil şehri, bu coğrafyanın tanrılar şehri haline gelmiştir.

Sümer heykellerinin taşınması ve yenilerinin yapılmasıyla yeniden kurulmuş olan Babil ve benzeri diğer şehirler, tanrıların ve kralların şehri olarak bilinmiştir. Sümerce kapı anlamına gelen Ka ile tanrı anlamına gelen Dingir kelimelerinden oluşan Kadingir de Babil’in isim kaynağı olmuştur.

Şehirlerde tapınılan tanrıların yanı sıra kralların da heykelleri yapılmış.

Şah şehrinde de Asur kralı Sanherip’e ait beş kaya kabarması ve bir de kim olduğu tam olarak bilinmeyen bir kabartma bulunmaktadır. Toplam altı kabartma…

Cudi’nin sinesine saklanmış olan Şah şehri, Asurluların kuzey sınırındaki karakol gibidir.

Şah köyüne gitmek için Cudi’nin güney tarafından iki yol var.

Birincisi Cizre Silopi arasında yer alan ve Akkadca berrak/zelal anlamına gelen Nerdüş nehrinin sağ kenarındaki yolu takip ederek Kürtçe burun anlamına gelen Cudi dağındaki Poz kayalığına doğru yol almalısınız.

İkinci bir yol ise Cizre’den yola çıkarak yeni yapılan tünellere geldiğinizde inip yine Poz kayasına doğru yürümeniz gerekir. Ancak bu sefer Şah köyünün altındaki eski kemerli köprüyü yaya olarak geçmelisiniz. Zira ince taş işçiliği bulunan köprü artık son demlerini yaşamaktadır ve araçla geçilemeyecek durumdadır.

Nerdüş nehri, Şah şehrinin girişinde doğal bir set gibidir. Üstelik Şah’ın içinden doğan su da şehrin giriş kapısının olduğu yerde Nerdüş’e dökülürken berrak bir şelale oluştur. İşte bu şelaleden dolayı Şah şehrine Çağlayan ismi verilmiştir.

Günümüzde boşaltılmış bir köy olan Şah, dört tarafı dağlarla çevrili olsana çevresi beş metreyi aşan yüksek taş duvardan yapılmış surlarla sarılmış durumdadır. Surların çoğu bozulmuş olmakla birlikte hala sağlam kalan yerleri var. Şehrin iki zirvesinde hala sağlam duran Çeko Kalesi ve Kız kalesi bulunmakta.

Köyün girişinde yolun iki tarafında surlara bitişik yıpranmış nizamiye kulübelerinin son kalıntıları yer almakta.

İçeri girdiğinizde tamamı kırık dökük evler görüyorsunuz. Evlerin arasında bir de küçük iç kale kalıntısı var.

Köyün girişinde solunuzda bir cami karşılıyor sizi. Kiliseden dönüşen bu taş cami hala ayakta. Camiden kuzeye doğru yürürken, bir dönem Cizre mirlerinin de kullandığı büyük bir konak karşılıyor sizi. Konak tahminen 20 odadan fazla.

Köyün içlerine doğru yürüdüğünüzde bir meydan karşılıyor sizi. Giriş yönüne göre sağ tarafınızda kalan dağın eteklerinde taş oyması su kanalları, kanalın etrafında yemyeşil bahçeler var. Ceviz ağaçları, üzüm bağları, incirler, narlar ve üzümler hemen gözünüze çarpıyor.

Biraz daha yol aldığınızda köyün içinden geçen yolu bir küçücük su ikiye bölerek sağdan sola geçiyor. Kuzeye doğru yürüme yolunuzun tam da bu noktasında batı istikametinde kayalara baktığımızda şah köyünün ilk kral rölyefi karşılıyor sizi. Hala sağlam ve oldukça zarif.

Şimdilik onu binlerce yıldan beri olduğu gibi bırakıp yokunuza devam ettiğinizde köyün Ziyaret diye bilinen mezrasına varıyorsunuz. Buraya ziyaret denmesine neden olan Şeyh Yahya Derşevi ve bir başka din adamının kabri ve kabrin yanındaki küçük mescid ve medrese karşılıyor sizi. Özellikle Şeyh Yahya Derşevi’nin mezarı önceden Cudi çıkanların ziyaret yeri ve eşyaların emanet olarak bıraktıkları bir mekân. O kabrin yanına konuşan eşya günlerce dursa bile, hürmeten kimseler dokunmazmış bir zamanlar…

Köyün bu noktasında durduğunuzda, dağlar etrafınızı bütünüyle kuşatıyor. Dönüp yeniden Asur kralı rölyeflerinin yanına geliyorsunuz.

Beş dakikalık bir tırmanışla sert kayaya oyulmuş niş içerisindeki harika rölyefle buluşuyorsunuz.

Biraz dinlenip batıya doğru çıktığınızda ikinci rölyef karşılar sizi. İlkine göre daha büyük ve Asur kralı Sanherip’in ilk rölyefi.

Aynı istikamette gittiğinizde iki rölyef daha görürsünüz. Beşinci rölyef onlara göre biraz doğu istikametinde. Ama en güzeli ve en sağlam kalmış olanı beşinci rölyef.

Ardından yeniden batıya doğru zirveye yöneldiğinizde zirvenin hemen yanında uçurumun kenarında altıncı ve son rölyefle karşılaşırsınız. Rölyefin sağında bulunan mekâna eskiden beri Divanhane deniyor.

Anlatıya göre burası şehrin yöneticisinin divan kurup önemli kararları aldığı yermiş.

Orada bir süre oturup dağları ve batınızda kalan Gabar dağını seyretmelisiniz. Özgürlük hissini ciğerlerinize kadar yaşarsınız.

Sonra surların yanından aşağı doğru inip surları inceleyebilirsiniz. Bir zaman şahların şehri olan Şah köyü, şimdi binlerce yıllık hatırası ve hafızasıyla sessizce konuşmakta.

Şehrin çıkışına doğru yürürken bu köyün isminin Şah-ı Botan olduğunu ve bugün Van’ a bağlı çatak ilçesinin isminin de aslında Şah olduğunu ve Şah-ı Hakkâri olarak tanındığını dinleyebilirsiniz kılavuzunuz biliyorsa eğer.

İki köyün beylerinin birbiriyle irtibatlı olduğunu ve akrabalık kurduğunu da anlatabilir belki. Siz bu sırada köyün çıkışındaki Nerdüş Nehrinin kenarına varıp nehri yaklaşık otuz metre yüksekten gören bir noktaya oturup batmakta olan güneşi seyrederken, solunuzda kalan köyün dinleri ve dilleri farklı binlerce yıllık sessiz ağıtını dinleyebilirsiniz bir koro halinde yükselirken.

Eğer buraya kadar varmışsanız, yorgun bedeninize kulak asmayın ve bir süre dinledikten sonra Cudi’nin bereketine sığınmış kralların şehrinden çıkarken sağınızda kalan Nerdüş’e dökülen Şelalenin müzikal ritmine uydurarak ayaklarınızı ilerleyiniz. Az ilerde sağınızda kalan her bir taşı bir tonu bulunan büyük taşlardan yapılmış Deyr-i Bağuz kilisesini uzaktan seyrederek ve solunuzda kalan tarihi Hebler köyüne selam verip yolunuza devam ediniz.

Sonra arkanıza dönüp Cudi’ye bir selam verip hürmetle Hz. Nuh’un ruhuna bir Fatiha okuyarak uzaklaşınız.

Dağdan dinledikleriniz ve dağda gördükleriniz sizi size yaklaştıracak…

Gözlerinizi kapatınız o anda.

Bedeniniz yorulduğunu söylerken, ruhunuzun gençleştiğimizi göreceksiniz.

Siz gözlerinizi kapatıp tatlı bir tebessümle ayrıladurun.

Ben biraz geriden geleceğim.

Şimdi bu boş köyden ayrılırken aklımın bir ucunda köyün boşalmasına neden olan bir acı olay yüreğimi yakıyor çünkü.

89 yılının 10 Ağustos günü K., B., M. ve R. köye gelen iki kişi tarafından köyün kenarına davet edilmişti. Anneleri korkmuş ve endişeyle ağlayarak yavrularına bir şey yapılmamasını yalvararak bir ağıt halinde dile getirmişti. Gelen iki kişi söz vermişti vurmayacaklarına dair.

Vurmamışlardı gerçekten.

Köyün hemen dışına çıktıklarında vurmama sözüne sadık kalarak boğazlarına dayanan bıçak köyün kıyısına al kanlarını dökmüştü. Üstelik Botan beylerinin en Şehsuvar’ı olan Bedirhan Bey’in torunları yalnız analarını değil, eşlerini ve evlatlarını da acı mezarlığında yetim bırakmıştı.

Siz önden yürüyün.

Benim ta içiminde içinde, acı tarifsiz bir dağ gibi yükseliyor yüreğimin dört bir yanında.

Ve kaçıyorum adım adım kralların köyünden…

Gözümden bir damla düşüyor yanaklarımdan süzülerek ağustos sıcağında kurumuş toprağın dudaklarına…

Bir zamanlar Şırnak için yazdığım uzunca bir şiirin ilk mısraları geliyor aklıma:

Çıkmayın gecelerde bu şehrin yollarına

Sokaklara dökülmüş düşlere basarsınız…

Akşamın karanlığında sessiz bir yolculuktan sonra tünelleri geçip, yeni Şırnak’ın ışıklarını görüyorum Cudi’nin üzerinden.

Umut ve tebessümle…

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri