İnsanoğlu tarih boyunca dağın yüksekliği ile Tanrının yüceliği arasında bir bağ kurmuş ve bir çok dağa Tanrı Dağları ismini verilmiştir. Hatta bazı inançlarda tanrıların dağlarda yaşadığına inanılmıştır. Brahmanlar için Himayalar tanrıların taht kurduğu dağdır. Yunanlılar için ise Olimpos Dağı tanrıların dağıdır. İslam inancına göre bu düşünceler yanlıştır. Allah mekandan münezzehtir. Bununla birlikte bazı dağlar mübarek olarak tanımlanmıştır. Hatta Uhud Dağı, peygamberimiz tarafından sevilmiş, dağın da peygamberimizi sevdiği ifade edilmiştir.
Bütün bunlar bir kenara, tarih boyu Allah’ı arayanların yolu bir vakit bir dağ ile buluşmuştur. Hz. Musa Tur’a, Hz. Peygamber ise Nur’a çıkmıştır.
Dağlar ruhen dirilmek ve durulmak isteyen, kendini ve iç özgürlüğünü arayanların sığınağı olmuştur. Çünkü insan dağa çıktığında ancak ovaların nasıl olduğunu görebilmiştik.
Hasılı dağları insanın bakışını genişletmiş, gözünü büyütmüştür.
Süryanilerin görkemimden dolayı Gabbare dedikleri Gabar Dağı da dünyanın bir çok bölgesinde olduğu gibi dinlerini yaşadıkları için cezalandırılan veya inançlarından ötürü canlarını tehlike gören insanların sığınağı olmuştur.
Çünkü dağlar mağaraları, su kaynakları, ağaçları, türlü türlü av hayvanları ve bitkileri ile bir insanın yaşamını sürmesi için asgari anlamda gerekli her şeyi sunmaktadır. Özellikle Gabar Dağı asgariden de öte sanki bir yaşam alanı gibidir.
Ayaklarını yıkarcasına eteklerinden akan Dicle nehrinin dirilttiği yeşilliklerin üzerinden yükselen Gabar Dağı ile Dicle sanki iki sevgili gibidir. Yan yana ve kol kola uzun süre kıvrıla kıvrıla yol alırlar.
Batı’dan gelenler için Dicle Gabar’ın önünde sudan bir sur gibidir. Her isteyene öyle hemen izin vermez. Bir doğal sığınak haline getirir.
İşte bu dağa 3.yüzyıldan itibaren inançlarını rahatça yaşamak isteyen Süryaniler de sığınmıştır. Dağın üzerinde manastırlar ve kiliseler inşa etmiş, kayaları oyarak inziva köşeleri oluşturmuşlardır. Örneğin Kasrik boğazını geçip Güçlükonak yoluna düştüğünüzde yolun üçüncü kilometresinde sağdan yukarı doğru yükselen vadiden yaklaşık iki saat tırmandığınızda Dera Jir yani Aşağıdere denilen köye varırsınız. Aslında aşağı kilise olması gerekirken dera kelimesi dere şeklinde tercüme edilmiştir. Kilise hala sağlam ve kitabesi üzerinde durmaktadır. Etrafında bir kısmı yanmış çok sayıda zeytin ağacı, dutlar ve artık bozulmuş üzüm bağları bulunmaktadır.
Güçlükonak yolunun yedinci kilometresinden sağa tırmandığınızda ise yine iki saat sonra Dera jor yani yukarı Kilise köyüne varırsınız. Manastırı ve kilisesi büyük oranda ayakta duran manastırın tavanında çökmeler olmuş. Taşsan yapılmış köy evlerinin de yarısı yıkılmış durumda.
Yoku takip ettiğinizde Akdizgin olarak bilinen Zewe köyünün eski yerinde ve onun arkasındaki muhteşem vadide yine Süryanilere ait mekanlar ve inziva mağaraları görülebilir. Bu kilise ve manastır silsilesi Çırav Dağı’na kadar değişik boyutlarda uzanır gider. Gabar dağının en büyük köylerinden olan ve kendisini bağlı on iki km’yle birlikte bir aşiretin de adı olan Derşev yani Alkemer köyü de ismini bir Kilise’den almaktadır. Belki bunca kilise ve manastır yüzden Gabar Dağı’na Manastırlar Dağı da demişlerdir.
Günümüzde bu manastır ve kiliselerin hiç biri aktif değil.
Ancak gezginlerin birer uğrak yeri olarak görülmektedir.
Yeri gelmişken gezginlere bu konuda bir küçük tavsiye bulunmak isteriz. Lütfen adını ve tarihini bilmediğiniz mekanlar hakkında yeni isimlendirme yaparak sosyal medyada paylaşmayınız.
Çünkü yanlışı düzeltmek doğru öğretmekten daha zor.
Gelecek yazıda Gabar Dağı’ındaki Müslüman izlerine değineceğiz.