Zaman doğrusal bir süreç değil, çembersel bir döngü ile yürür.
Ondandır ki tarih tekerrür eder ibaresi gerçekçi bir durumdur.
Çünkü zaman dünya gibidir aslında. O da güneş ya da dünya gibi döner durmaksızın çember tünelinden gider.
Bizde o tünelden yürürüz.
Bir olur geçmişe yolculuk ederiz, bir olur gelecekte ne yapacağımızı planlar dururuz.
İnsan işte zaman çemberinde doğar büyür gelişir sonra yaşlanır, geriler ve ölür. Bu asırlar boyu böyle devam etmiştir ve etmeye devam edecektir.
Kendini bulmak kim olduğu anlamak, ben içindeki benliği keşf etmek yolunda mücadele veririz.
Bin bilsekte bir bilene danışır bildiklerimizi pekiştirmek yolunda merdiven çıkar gibi yükselmeye çalışırız.
Nerden geldik nereye gidiyoruz ve ne için buradayız bu esrarengiz dünya hanesinde misafirmiyiz ev sahibi mi?
İstesekte istemesekte duramayacağımız bir mesken.
Gece gündüzü kovalayan bir diyarda zamanın treninde dört mevsim vagonuna binip giden, kültürü farklı, kendi farklı, dili farklı, dini farklı insan tabir edilen bir beşer var, birbirine düşman, birbirini öldüren, hased, kıskanç ve kindar, aynı zamanda şefkatli rahmetli ikram eden ve birbirini seven iki döngü içinde.
Bir ucu yangın bir ucu uçurum ve vicdanında rahmet olan bir insan,
Cehalet deryasında bir yakut ve mercan, içi berrak bir insan, bozulsa leş, büyüse reyhan.
İşte böyle eksik tarif etsekte ham maddesi böyledir.
Dünya memleketi ise cehalet çemberi gibi, çemberin dışına çıkabilen az veya çok insan. Çemberin içinde dünyanın kirli sistemine mahkum kalmış, nasıl döndürülürse öyle dönen insan.
Çoğunda cehalet azında merhamet.
Saklı bir yolculuk bu işte, gidiyor bu insan…
Aynı böyle uzay denizinde dünya gemisi seyran etmektedir içinde bizde seyirci, nasıl bakarsak öyle göreceğimiz taktığımız hayal gözlüğümüzle birimiz siyah ötekimiz beyaz görüyor ve bu gördüğümüz renkler tamamen bizim niyet hanemizdeki boyalarla boyanmakta…
Neyse çok kelam ettim gönlümden dökülen sözlerde kusur çok biliyorum, oda benim hayal hanemdeki boyadan ola vesselam…