Ne acı bir gerçek, toplumsal bir yara, ruhsal bir dert.
Anneler perişan kardeşler mahzun baba yıkık bir gönülle bir ömür çekeceği bir azap.
Evet yanlış duymadınız intihar denen bir illet, yani kendi kendini öldürmek!
Gençlerimiz neden hayatlarına son veriyor?
Eskiden bu kadar yaygın mıydı? Son zamanlarda çokça duyduğumuz bu durum toplumun kanayan bir yarası aslında.
Türkiye’de 2018 verilerine göre günde ortalama 9 kişinin bu yüzden vefat ettiği biliniyor.
Peki bu durum için, toplumun temel vazifesi ve ailelerin üstüne düşen görevi yok mu?
Bu duruma gelene kadar gençlerimiz hangi duygu durum içinde mücadele ediyor?
Temelinde nasıl bir zaaf bulunuyor?
Bunun için temeline inip bir çözüm sunuluyor mu?
Bunun gibi bir sürü soru sorulabilir ve hepsinin temelinde yoksunluk var.
Evet yanlış duymadınız, mal mülk yoksunluğu değil, aile yoksunluğu.
Aile bedensel olarak var ama ruhsal olarak başka alemde.
Sadece yemekte bir araya gelen anne, baba ve çocuklar, belki de artık o da yok.
Herkes bireysel kendi kendine hayatını idame ettiriyor.
Bunun çözümü olarak ailelerimizin yapması gereken en önemli davranışları ise çocukların ruh durumunu anlayabilmek için onun seviyesine inmek, bunun için mücadele etmek.
Ne demek yani?
Onlarla çocuk olmak, genç olmak, arkadaş olmak. Bir gözleri işte iken diğer gözleri ile evlatlarını takip etmek, onların yaşadığı ve yaşayacağı, vakit geçirdiği ortamları ve arkadaşları görmesi, tanıması, gerekirse o ortamlara çocuğu ile beraber gidip hasbihal etmesi gerekmektedir.
Çocukla çocuk olmadığımız bir aile yapısında, çocuklar dışarıda onlarla çocuk olan yetişkin kişilerle iletişim kurmaya, onlarla zaman geçirmeye, dertlerini başka insanlara anlatmaya başlayacak ve ailesine yabancı olacaktır.
Baba oğul arasında ömrü boyunca toplasan bir sayfa dolusu konuşma geçmeyen aileler anneler, babalar, kızlar, erkekler var.
Gençlerimiz, çocuklarımız, ailesi ile akşam oturup iki sohbet etmiyorsa, gün içinde yaşadıklarını ailesine anlatamıyorsa, anne ve babanın üstünde ciddi bir sorumluluk var demektir.
Çocuğunun iç dünyasını kullandığı telefonun içindeki sosyal medya kadar bilmiyorsa,
o çocuğun üstüne gün içinde nerden çamur sıçradığını sormuyorsa, yürüdüğü sokaklardan o da geçmiyorsa, karanlıklar içinde hislerini kendi başına yaşıyorsa, gönlünde tufan kopuyor ama ailesi bilmiyorsa,
En son bir apartmanın başında...
Bir kuyu dibinde…
Bir ateşin içinde yandığında…
Yada bir nehir akıntısında çığlık atarken görecektir.
Ve iş işten geçmiş olacaktır.
İşte bizim en büyük varlığımız ve servetimiz olan evlatlarımıza bırakacak en güzel mirasımız onların gönül sayfalarında bir nokta kadar bile olsa iz bırakmak, her dara düştüğünde sığınacağı limanın ailesi olduğunun rahatlığı ile ve kucak açan bir aile olmamız temennisiyle.
Çocuklarınızın her zaman çalacağı şefkatli bir kapınız olsun…