Bu şehir aralık ayının ortasını çoktan geçti, takvimler kışın kalbine doğru ilerliyor ama pencerelerin önünde hâlâ o beklenen, o özlenen "beyaz sessizlik" yok. Eskiden bu zamanlarda toprak çoktan uykuya dalmış, şehirler o ağırbaşlı beyaz örtünün altında kimlik değiştirmiş olurdu. Yeni mahalledeki tek katlı evlerin hepsinin bacasından evlerdeki huzuru resmeden bir duman yükseliyordu.
Şimdilerde ise gökyüzü, sanki bir sözü varmış da tutamıyormuş gibi gri ve mahcup bir bulut yığınıyla bakıyor yüzümüze. Karın yağmaması, sadece bir meteorolojik olay değil; ruhumuzda ve doğanın ritminde bir şeylerin eksik kaldığının habercisi.
Şırnak sanat sokağındaki çocuklar da bu durumdan hoşnut değil. Tabi tarım emekçileri de.
Kar yağışını beklemek, çocukluğa duyulan bir özlem gibidir. İlk kar tanesi düştüğünde dünyadaki tüm çirkinliklerin, gürültülerin ve dertlerin üzerinin örtüleceğine dair o saf inanç...
Kar gelmeyince, dünya çıplak ve savunmasız kalıyor. Betonun soğukluğu, asfaltın grisi ve şehrin kaosu hiçbir filtreye takılmadan doğrudan üzerimize yağıyor. Karın getirdiği o derin sessizliğin yerini, kuru soğuğun keskin ve huzursuz gürültüsü alıyor.