Şırnak sanat sokağında kaldırım taşlarının arasındaki o daracık çatlakta, sıradan bir karınca yuvası değil, bir "Kelime Arşivi" gizliydi.
Bu karıncalar kırıntı taşımazdı. Onlar, insanların ağzından düşen, rüzgârda savrulan ya da unutulup bir köşede tozlanan kayıp kelimeleri toplarlardı.
Bir sabah, yuvanın kaşif karıncası, kalabalık bir caddenin ortasında ezilmek üzere olan bir kelime buldu: "vicdan". İnsanlar artık ona sadece "sonbahar" diyor ya da mevsimleri sadece takvimdeki rakamlar olarak görüyordu. Karınca, bu narin kelimeyi sırtına yükleyip yerin yedi kat altına indirdi.
Yuvada "vicdan" için özel bir oda hazırlandı. Duvarlarına kurumuş yaprak kokuları sürüldü, odanın sıcaklığı bir akşamüstü serinliğine ayarlandı. Kelime, burada yeniden nefes almaya başladı.
Zamanla yuva, devasa bir kütüphaneye dönüştü. Karıncalar her kelimeye hak ettiği yaşam alanını kurdular:
"Vefa": Şehrin en korunaklı, en derin odasına yerleştirildi. Unutulmasın diye etrafına sönmeyen fenerler dikildi.
"Sükûnet": Gürültülü koridorlardan uzak, yumuşak toprakla kaplı sessiz bir bölmede yaşamaya başladı.
"Gönül": Bu kelime o kadar büyüktü ki, karıncalar onun için yuvanın merkezinde geniş bir meydan açtılar. Ve yanına şırnak yeni mahallede yaşayan koca çınar "Hacı Fettah"ın bu şehre olan aşkının gücünü de eklediler.
Bir gün şehirde büyük bir mutsuzluk baş gösterdi. İnsanlar birbirlerine sadece emrediyor, sadece rakamlarla konuşuyorlardı. Renkler solmuş, cümleler kısalmıştı.
O gece karıncalar bir karar verdi. Gece yarısı binlerce karınca, topladıkları o parlak kelimelerle yeryüzüne çıktı. İnsanlar uyurken; yastık altlarına "şefkat", kapı eşiklerine "merhaba", pencere pervazlarına ise "umut" bıraktılar.
Ertesi sabah şehir uyandığında, insanlar nedenini bilmedikleri bir huzurla gözlerini açtılar. Bir yabancıya gülümsemek artık o kadar zor değildi. Çünkü en güzel kelimeler, yerin altındaki o küçük dostları sayesinde yeniden hayatın içine karışmıştı.