Yüce Allah’ın kelamı olan Kur’ân-ı Kerim, onun mesajlarını insanlara taşıyan bir metin olduğu için, gerektiğinde insanlığı değiştirici ve dönüştürücü vasfıyla kâinata hareket getiren, varlığa anlam katan, ‘anlam’a ruh yükleyen, ruha asli hüviyetini hatırlatan ‘mucize’ bir ilahi kitaptır.
Kur’ân, insanla Allah arasındaki iletişimin neticesidir. İlahi sistemleri getiren Peygamberler nasıl bir usul ve yöntem takip edeceklerine dair bir şeriatla gelmişlerdir. Bu şeriatlar bazen müstakil kitaplar olarak varlığa bürünmüş, kimi zaman da aynı asla dayanan başka şeriatlarla bağlantılı olarak insanla temasa geçmiştir.
En son Haberci ve evrensel Nebi olarak Hz. Muhammed’e (sas) gönderilen Vahy-i İlahi ve Kelam-ı Kadim; insanla buluşarak, okunarak, okutularak, uygulanarak, hayata yansıyarak, hedefe taşıyarak, imanı öğreterek ve İslam’ı bina ederek Kur’ân’a dönüşmüştür.
Kur’ân hayat verir; Kur’ân iyileştirir, onarır, yükseltir, yüceltir, ‘eşref-i mahlukât’ olmanın gereklerini gösterir, Yaratan’a ‘halife’ olmanın yolunu tarif eder, ‘insan olma’nın, ‘vicdan sahibi olma’nın ve ‘adam olmanın’ dersini verir, bize.
Kur’ân kurucu bir metindir. Kurucu ana metindir. İmanı ve İslam’ı kurduğu gibi İslam toplumunu da kurmuş, İslam kültür ve medeniyetinin de mayası olmuştur.
Gözlerimizi dünyaya açarız yanı başımızda Kur’ân okunur; sevinçli bir haber alırız, ikramda bulunuruz orada Kur’ân okunur; düğünümüz olur, taziyemiz olur hep Kur’ân okunur. Bu durum, Kur’ân’ın bir şekilde hayatımızın içerisinde olduğunu ve halkımızın Kur’ân sevgisini gösterir, eyvallah. Ancak yeterli midir? Hayır.
Kur’ân, okunması ‘tilavet’ olduğu için sevap kazandırır; okunmaya devam edilmelidir de. ‘Kur’ân’ın anlamını bilmedikten sonra, ne dediğini anlamadıktan sonra Arapça aslından okumaya gerek yoktur’ düşüncesi, masum bir düşünce gibi kulağa hoş geliyorsa da bunun iyi niyetli bir fikir olmadığı bellidir. Zira Kur’ân’ın hayata yayılarak okunmaya devam edilmesi, onu insan hayatının merkezine oturtmanın ilk ve önemli bir adımıdır. Bu yüzden onu okumaya, okutmaya devam edeceğiz ki, toplum olarak ve ümmet olarak ona uzak düşmeyelim. Uzak düştüğümüz bir metni de kimse anlamaya çalışmaz, kusura bakmayın.
Peki Kur’ân’ı en güzel kılıflarda taşımak, en güzel yerlerde bulundurmak, en güzel makamlarla okumak ona karşı vazifemizi yerine getirir ve onunla olan ilişkimizi sağlam tutmamızı sağlar mı?
Yukarıda sayılan hususların tamamı, olması gereken davranışlardır ve insanımızın Allah’ın Kitab’ına bakış açısını gösterir. Fakat sonraki daha önemli ve hayatî olan adımlar vardır, atmamız gereken.
Hidayet kaynağı olan Kur’ân’ımızı anlamaya çalışacağız, anlarken de amele dökeceğiz öğrendiklerimizi. İman, amel ve tebliğ üçgeninde görevimiz olan tebliğ vazifesi bağlamında onu bir de insanlara anlatacağız. Asıl görevi budur, Kur’ân’a iman eden müminlerin. Bu bağlamda mealini de okuyacağız, tefsirlerden de istifade edeceğiz, tabii.
Unutmamalıyız ki, Kur’ân’ı bize getiren ve onu bizden daha iyi anlayan, konunun ilk ve direkt muhatabı olan Zat’a (sas) başvuracağız. Zira onun Kur’ân’ı beyan eden Sünnet’i, bu işlevi ile dinimizin ikinci ana kaynağı olmaktadır. Bu iki temel kaynağa bağlı olarak ortaya çıkan şerî deliller ve on dört asırlık müktesebat da
-Rabbimize bunun için şükretmemiz gereken- müthiş bir hazine hükmündedir.
Bu bağlamda ‘Bütün kitaplar, bir kitabın anlaşılması için okunur’ sözünü de hatırlayalım. Kur’ân ve Sünnet eksenli bir din anlayışı, selef-i salihin dediğimiz ulemamızın birikimleri ile hayatımızın içerisinde İslam’ın ayaklarının yere basmasına vesile olmaktadır.
Bir toplum Kur’ân’a inanan, onu okuyan, anlamaya çalışan, onun ilke ve prensipleri doğrultusunda hareket etmeye gayret gösteren bireylerden oluşursa o toplum Kur’ân Toplumu olur.
Bir toplum, Hz. Peygamber’in (sas) hayat tarzı olan Sünnet’in ışığında Allah’ın buyruklarını en yüceden madde alemine taşırsa, beşerin ona adaptasyonunu sağalamaya çalışırsa o toplum Kur’ân Toplumu olur.
Huzur isteyen Kur’ân’a yönelmeli; başarı isteyen Kur’ân’a uymalı, saadet-i dareyn isteyen Kur’ân’ı uygulamalı; Kur’ân’ı uygulamak isteyen Resul-i Ekrem’e (sas) bakmalı; Resulullah’ı takip edecek insan onun Sünnet-i Seniyye’sinden kopmamalıdır.
‘Ashab-ı Kiram, Tâbiîn-i İzam ve onlara güzellikle uyanlar’a uymalı, kurtuluşu arayanlar.
İşte bu yolda olanlar Kur’ân Toplumu’nun bahtiyar birer ferdi olurlar. Kur’ân Toplumu’nun bireyleri ‘Ümmet-i Vasat’’ın mensubu olarak Rabblerinin huzuruna çıkarlar.
Rabbim bizleri Kur’ân’dan ayırmasın; Kur’ân Toplumu’nu oluşturan ve Kur’ân’a hâdim olanlardan eylesin. Kur’ân’ı bize yol haritası kılsın. Âmin.