Daha önce zikredilen rivayetlerin yanı sıra Hz. Peygamber (sas), birbiriyle küsenler içinde en hayırlı olanın ilk defa selâm verip barışan (Buhârî, “Edeb”, 62; Müslim, “Birr”, 24; Tirmizî, “Birr”, 24), olduğunu buyurarak bir yandan Müslümanlar arasında barış ortamını bozan davranışlardan uzak durmayı öğütlerken diğer yandan küskünlüklerin kardeşlik bağlarını zedelemeyecek şekilde bir an önce sonlandırılması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu yapıcı tutumun manevi sonucu aynı hadisin devamında, “Küsenlerden biri selâm verir diğeri selâmı alırsa barışmanın sevabını birlikte kazanırlar, almazsa günahı o yüklenir, selâm veren günahtan kurtulur.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 47) şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca din kardeşiyle arasında düşmanlık bulunan kimsenin onunla barışıncaya kadar günahlarının bağışlanmayacağı belirtilir (Müslim, “Birr”, 36). (DİA, EK-2. cildinde, 142-143).
Özellikle aile hayatında küskünlüklerin devam ettirilmemesi gerekir. Hayatı paylaşan eşler arasında oluşan kırgınlıklar, aile yuvasının parçalanmasına veya huzurun bozulmasına yol açabilmektedir. Dolayısıyla eşler arası iletişimde çok daha duyarlı davranılması, anlaşmazlık durumlarının çok daha kısa sürede çözümlenmesi gerekmektedir. Nitekim Peygamberimiz (sas) sevgili kızı Fâtıma ile damadı Hz. Ali arasında yaşanan bir kırgınlığı öğrendiğinde hemen olayla ilgilenmişti (Buhârî, “Salât”, 58.) Resulullah’ın (sas) yapıcı, tarafsız, merhamet ve anlayış üzerine bina edilmiş tavrı ile sorun çözülmüştü. (Hadislerle İslam, 3/365).
Dünya hayatında türlü türlü insanla karşılaşırız.
İşimiz, mesleğimiz gereği farklı kişilerle bir araya geliriz.
Seçme şansımızın olmadığı bireylerle komşuluk yapmak durumunda kalırız.
Fıtratımız ve karakterimiz farklı olur başkalarından.
Tercihlerimiz değişik olabilir, en yakınımızdakilerden.
Günlük yaşamın stresi altında bir hayat sürmeye çalışırız.
Her şeyden öte bir imtihan âlemindeyiz, neyle karşılaşacağımızı çoğu zaman kestiremeyiz.
Yukarıda bahsettiğimiz bütün durumlar, kimi zaman insanî ilişkilerimizi etkilemekte, tanıdığımız insanlara gönül koyabilmekteyiz.
Öfke normaldir, ama bir yere kadar.
Sinirlenmek tabiidir, ama kontrol altında tutulmalıdır.
Zannın birazı belki makuldür, ama çoğundan sakınmak lazımdır.
Daha çok hüsnü zanla memur değil miyiz zaten?
Bu tür durumlarda tanıdığımız ve sevdiğimiz kimselere karşı küsebiliyoruz.
Yaşadığımız bir olayın ilk etkisidir, başımıza gelen bir belanın ilk sadmesidir (çarpmasıdır), sakinleşmemiz için biraz zaman gerekir. Normaldir.
Ama makul bir süre geçtikten sonra derhal normale dönmeli, sağduyu elden bırakılmadan kardeşlik hukukuna riayet edilmelidir. Resul-i Zişan’ın (sas) ısrarla üzerinde durduğu husus budur.
Yaşadığımız topluma bakıyoruz. Değerlerine bağlı fertlerin ağırlıkta olduğu Müslüman bir toplumuz. Yol göstericimiz de Resulullah (sas). Ama koca koca adamların yıllarca en yakınındaki kardeşi, akrabası veya dostuyla küs durduğunu görürüz. Yazık ki ne yazık. Bu mu bizim Müslümanlığımız, bu mu dindarlığımız, bu mu örfümüz, töremiz. Bu mu olgunluğumuz, bu mu hayattan anladığımız.
İnsan her şeye en yakınından başlar. Sadaka bile verildiğinde yakınlardan başlamak Resul-i Ekrem’in (sas) tavsiyesi değil midir? En yakınımızdakilerle barışık değilsek, aramızdaki normal, doğal ve olağan sorunları çözüp normale dönemiyorsak, topluma ne verebiliriz? Neyin iddiasında olabiliriz?
Hayırlı olan sulh değil midir? Kur’ân böyle buyurmuyor mu? İnsanların arasını bulmak, barıştırmak İslami bir prensip değil midir? Basit nedenlerle kalp kırmaya değer mi? İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleler yüzünden gerilmek, tartışmak, kavga etmek Müslümana yakışır mı?
‘Ama o suçluydu. O başlattı. O haksız. O dinlemiyor…’
Hep böyle olur zaten, değil mi? Bizim ayranımız hiç ekşi olmaz. Kendimize toz kondurmayız. Öz eleştiri yapmayız.
Teoride, herkesin hata yapabileceğini, beşerin şaşabileceğini, insanın kusurlu olabileceğini hep söyleriz. Fakat o hata yapan, kusur işleyen, şaşan insan, nedense, hiç ‘biz’ olmayız. ‘Varsa hatamızı kabul edeceğiz, canım’, öyle mi? Tabii lafta kalır bu.
Bu tavır ne insanîdir ne de İslamî. Kimse kusura bakmasın.
Her insan günah işleyebilir. ‘Hata işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir’, buyurur En Hayırlı Elçi (sas). O zaman marifet, hatadan dönebilmekte, pişman olabilmekte, günahta ısrarcı olmamakta.
Özür dilemek erdemdir, derler. Ama özür dilemek insanlara o kadar ağır gelir ki. Kimseye göre yaptığı hiçbir şey özürlük değildir, ama karşıdan da hep özür bekler. Böyle çelişkili, böyle tutarsız bir hayat yaşıyoruz bazen de. Oysaki anlamak, merhamet göstermek, empati yapmak için ne uzun süre küs kalma lüksümüz var ne de üç günlük dünyaya yetecek gururumuz.
Müslüman kişilik, mümin karakter bize sadeliği öğretti.
İmanımız öğretti bize, acziyetini bilen, Rabbini tanıyan ve kardeşini seven bir varlık olmayı.
İblis’in şeytanlaşma sürecindeki anahtar kavramların kibir ve inat olduğunu kavramak gerekir.
‘Kibir’den beslenmeyen ‘inat’tan su içmeyen bir ruh, nefse söz geçirebilir. Söz geçirilebildi mi nefse, ne ‘küslük’ kalır insanda ne de ‘hep başkalarını yargılama’.
Hep başkalarına küsen kendiyle barışık yaşayamaz.
Kendiyle barışık olmayan da Rabbini hakkıyla bilemez.
Seni hakkıyla bilenlerden ve sana layık olduğun veçhile kulluk edenlerden eyle bizi, Ya Rabbi.
Günaha ve kötülüğe karşı bilinç; günahkara karşı anlayış, empati, hikmet ve mev‘ıze-i hasene ile hareket etmeyi nasip eyle.
Bize başkalarının hatalarından önce kendi kusurlarımızı görüp düzeltme imkânı bahşet.
Kalbimizden kin, buğz, nifak ve şikakı uzak eyle. Bize dünyada ve ahirette iyilikler ve güzellikler ver. Âmin.
KÜSLÜK (2)
Birçok hadiste insanların kırıcı, incitici ve düşmanca tavırlar yanında küskünlükten de uzak durup barış içinde yaşamaları tavsiye edilir.
Yorum Yap
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.