Ne Adı Mihriban Ne Saçları Sarı

Kıymetli dostlar bugün size geçmişteki zihniyet ile günümüz zihniyetini kıyaslamak istiyorum:

“Sarı saçlarını deli gönlüme

Bağlamışım, çözülmüyor Mihriban!

Ayrılıktan zor belleme ölümü

Görmeyince sezilmiyor Mihriban!

Yâr değince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lambada titreyen alev üşüyor

Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban!”

 

Bir gün Karakoç’a sorarlar:

“Mihriban gerçek mi”

“Gerçek ama adı Mihriban, saçları sarı değil!

Masa başında yazılmış, hayali bir aşk bu tadı, bu lezzeti vermez, yaşayacaksın ki, yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. Bende “Lambada titreyen alev üşüyor” dedim.

Seviyordum, olmadı. Ayıp olur diye adını söylemedim. Adına Mihriban, saçlarına da sarı dedim. Mihriban sıradan bir insandı, farklı değildi. Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi:

Herkesin içinde bir Mihriban’ın olması!” yanıtını verir.

Eskiden gelenek görenek vardı. Ahlak vardı. Her şeyden önemlisi utanma duygusu vardı. Telefonumuz pahalı ise durumu iyi olmayan arkadaşlarımızın yanında çıkarıp masaya koymaya utanırdık. Elimizde bir yiyecekle yürümez biri görüp canı ister diye kuytu bir yerde yerdik. Evimizin balkonunda kesinlikle mangal yakmaz, komşularımıza kokusu gider diye korkardık. Şimdi sosyal medyada son model arabalar, telefonlar, saatler, en şaşalı mekanlar ve yemek tabakları ile yedi düvele gösteriş yapar olduk.

Bir idari amir ile sohbet ederken:

“Halk sizden en çok hangi hizmeti talep ediyor.” diye sordum.

            Bana ibretlik bir cevap verdi.

“Ne iş ne ekmek ne de hizmet, benden sadece bir fotoğraf istiyorlar, onlarla çekineceğim bir fotoğrafın değeri yapacağım her şeyden daha öncelikli onlar için” yanıtını aldım.

            Görüyorsunuz ya dostlar halimiz içler acısı, gösteriş budalalığı bizi ne hallere getiriyor. Topluma örnek olamıyoruz aksine yaptıklarımızla insanların psikolojilerini bozuyoruz. Karakoç birileri fark edip yanlış anlamasın diye, sevdiği kadın rencide olmasın diye yazdığı şiire bile sevdiğinin adını ve saçlarını kodlayarak koymuş, “gönlüm bilsin gerisine gerek yok” demiş. Ama biz kim kırılır, kim üzülür, kim rencide olur diye düşünmeden ağzımıza gelen her şeyi söylemeye cesaret eder olduk.

            Bir sanatçı bozuntusu çıkıp "İmam hatipte okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor" deme cüretini gösterebiliyor. Esasen kendisinin kılık kıyafeti ve konuşmalarıyla 18 yaşından küçük her bireyden uzak tutulmasını her fırsatta dile getiriyorum. Bu şahsa cevabı Necip Fazıl üstat ’tan verelim:

“Bir İnsanda yok ise 'Edep', neylesin medrese, mektep! Okusa Alim olsa yine merkep (eşek), yine merkep (eşek)!”

            Bir baba üç evladını ve eşini uykuda tüfekle öldürüyor. Kadın cinayetleri tam hızla sürüyor. Ekonomik sorunlar derinleşiyor. Gün geçmiyor ki sorunsuz, problemsiz, kavgasız bir gün geçsin. Kırarım, üzerim, incitirim kaygısı olmadan; merhametsiz ve nefret dolu bir toplum haline geldik. Bir bahane bulsam da kavga etsem, bir bahane bulsam da birine el kaldırsam diyen insanlara dönüştük.

“Bir gönül yıkmak, bin Kâbe yıkmaktan daha kötüdür.” Hadisi şerifine riayet eden bir toplumdan “sen hainsin, sen teröristsin, sen yalancısın, sen hırsızsın” gibi sözleri düşünmeden konuşan bir topluma dönüştük…


 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri