İdris’ten ders almayanlar onun vefatı sonrası Nuh Nebi’nin irşadıyla yüzleştiler.
Tam dokuz yüz elli yıllık bir ömrün yarısında sürdü bu irşat.
Yılmadan, yorulmadan…
Yüzyıllar süren irşat, kavminden inkarla karşılık buldu ancak.
İnkâr ve yeryüzünde ilk kez şirk…
Tanrı kompleksi taşıyan nefsin kendini ilahlaştırması yahut gözünün gördüğünü büyütmesi…
Onların şirki arttıkça Nuh Nebi’nin sabrı arttı tevhidi tebliğ etmeye…
Eyüp’ün sabrı kadar çoktu Nuh Nebi’nin ömrü ve irşadı.
Kötülüklerden kurtarmak istedi insanları iyilik gemisine bindirmek için.
Yaşatma sevincini yaşamak için yaşar çünkü peygamberler.
Onların meziyeti, ötekinin derdiyle dertlenmektir çünkü.
Rahatı Allah’tan isteyip, kuldan kesilerek…
Yorulmadın yürürler, yılmadan, vazgeçmeden…
Çünkü yürüyene kısadır menzil, bekleyen ve bakana uzak…
Lakin kimseler istemedi iyilik gemisine binmeyi.
Bir küçük azınlık hariç.
Halbuki bir ücret beklememişti iyiliğe davetinde ve yaptığı iyilikten…
İyilerin emeği sessizdir çünkü;
Derinden…
Ve kıymet bilinmek ister.
Ama bilinmedi kıymeti ve kadri;
Ne kendinin ne de anlattıklarının.
Nihayetinde Nuh Nebi bir insan olarak dayanamadı, yüreği yaralandı.
Sarılamaz ki sarsın yürek yarasını.
Ve en çok yürek yaraları sarsar insanı.
O da bütün yaralılar gibi saramadı yarasını ve sakladı yangınını sinesine.
Ve bir gün şöyle dua etti Allah’a, kalbi dil olduğunda:
“Ey Rabbim yeryüzünde kafirlerden kimse bırakma…”
“Lâ tezer…”
Bırakma bir kimseyi geride…
Çünkü bedenler ruhsuz kaldı.
Kavmim şirke ve günaha daldı.
Bir emir geldi o gün göklerden Nuh Nebiye:”
“Bir gemi yap…”
Elleri usta, aklı marangoz oldu o an Nuh Nebi’nin.
Gönlü zaten marangozdu.
Gönül yapan marangoz.
Allah ona emretti ve gemi yapmayı öğretti.
Gemi yapıldı.
Gel gör ki ümmetinin işi ancak alaydı.
Alay ettiler yaptığı gemiyle.
“Bir kanat tak da uçsun gemin…” dediler.
“Cahiller çölde gemi yapar…” dediler.
Güldüler…
“Bu kuru topraklarda, kurak mevsimde gemi yapmak ancak mecnunların işidir…” dediler…
Yine güldüler…
Sabrı, bir mühlet olarak bilemediler.
Ve nihayetinde karar verildi ve bir damla düştü gökten.
Bir damla ve bir damla daha…
Damlalar birleşti ve birden derya oldu.
Alay edenlerin kalplerini bir korku saldı birden…
Alay eden yüzleri yere düştü.
Ve kaçtılar yüksek yerlere doğru.
Sandılar ki dağların doruklarına çıkarak kurtulacaklardı selden.
Halbuki gelen tufandı…
Dağlar bile rüsva oldu tufana…
Akıl şaştı, çamura battı. Aşk aştı gitti bütün engelleri…
Kenan, babası Nuh’un ısrarına ve gönlünün gamına aldırmadı.
Çıktığı dağın zirvelerinde dalgalar arasında kayboldu ve gitti.
Hangi dağ Hakkın hükmünden yüce olabilirdi ki…
Sonra Nuh Nebinin eşi Vâhile de binmedi gemiye ve o da dalgalara yenildi.
Yersiz ve yurtsuz kaldı.
Peygamber eşi olmak kurtarmadı Vahile’yi.
Gönül gemisi batmışsa karanlık sulara, onu kim kurtarabilir…
Çünkü gemiye gerçekte gönül biner…
…
Dalgalar dağlar gibi büyüdü ve taşıdı gemiyi Cudi’ye doğru.
Yalnız seksen yolcusuyla…
Seksen kişilik bir ümmet.
Ve her cinsten bir çift hayvan…
İşte Nuh’un gemisine binenler yalnızca bunlar.
Hakkın ve hakikatin yanında yer alanlar.
Doğruyu ve güzeli tercih edenler.
Yanlıştan hicret edenler…
Çağın çirkinliklerinden yüz çevirenler…
…
Gemiden başka güvenli yer yoktu yeryüzünde o gün…
Güneş gemideydi, rızık gemide…
Bereket gemideydi, hayat gemide…
Ve gemi bereketli bir dağa gitmekteydi.
Cudi’ye…
Kalbin gözü kör ise kafa gözü ne görür ki.
Kenan da ancak dağ gördü.
Kalbin kulağı sağır ise kafadaki kulak ne duyar ki.
Vahile eşini bile duymadı…
“Lâ âsıme’l-yevme”
“Bugün korunacak bir yer yoktur” diyen babanın yürek yangınını nasıl duysunlar kalpler kör, kulaklar sağır ise…
Halbuki gemi Allah’ın eviydi.
Merhamet gemideydi.
Mağfiret gemide…
Kurtuluş gemide…
Gemi devletti, saadetti…
Kurak gönüllere yağan nisan yağmuruydu gemi…
Bir adil hükümdardı.
Ve vefa idi gemi elest ahdine…
Nuh’un gemisine binmek için önce istikrar lazımdı. Hakk’a, hakikate, doğruya ve güzele yönelmek.
Ve terk etmek lazımdı çağın çirkinliklerini.
Kötüyü terk, iyiye hicret…
Ve kalbi bir olanlar bindiler gemiye…
Yönü ve yolu bir olanlar…
Ve gemiye binenler kurtuldular…
İşte o günden beri ne çağın çirkinleri bitti ne tufanlar ne de Nuh’un gemisi.
Haysiyetli hayat yaşayanlar bir yerlerde bir gemi buldular Nuh Nebi’nin mirası olan.
Kendilerini kurtuluş ve berekete taşıyan.
Cudi’nin doruklarına bırakan.
Hür ve özü gür yani özgür olarak…
Ve şimdi…
Derin çalkantılar çağındayız ey gönlüm!
Ruhlardaki çatlaklar bir büyük kırılmaya gebe…
Tufan dalgalarına eş dağlar gibi günahlar var yine.
Günahın kiriyle kararan dünyayı ışıklarla örtüyorlar.
Hem bilir misin gönlüm Nuh’un kavmiydi şirki ilk icat eden…
Şimdi de insanlar kendilerine tapıyor…
Kendini beğenenler başkasını nasıl beğensin ki… Beğenemez…
Nuh’un gemisine binmekten başka çare yok yine…
Ey Gönlüm!
Kaptanın Nuh ise hangi tufan tutsak eder seni!
Sen denizlerde dolaşan bir geminin yolcusu değil, kaptanı Nuh, kılavuzu Cebrail olan bir geminin yolcusu ol.
Korkuları kaldır kalbinden ve dök denizin dalgalarına…
Dağlar bile dalgaların elinde oyuncak oldu, dağıldı ey gönlüm…
Sen dağlara çıkıp dağılanlardan değil, Nuh’un gemisine binen ve Nuh’un duasının cevabı olan Cudi’ye sığınanlardan ol…
Hem bilir misin ey gönlüm!
Aşkın şarabıdır Nuh’un gemisi…
Gam tufanı gelmişse eğer, sabret Nuh Nebi gibi.
Kaptanın Nuh ise gemin sağlamdır ey gönül.
Dağın Cudi’dir…