İnterneti bulduk, alışverişten adres bulmaya kadar her türlü işimizi kolaylaştıran, bizi daha akıllı yapan akıllı telefonları geliştirdik, kaza anlarında zararı minimize etmek için hava yastıkları geliştirdik, hibrid otomobiller geliştirdik, modern işitme cihazları, yapay hafıza, görüntü panelleri, yüksek çözünürlüklü televizyonlar, gelişmiş piller, kişisel taşınabilir bilgisayarlar, nano teknoloji, uzay mekikleri geliştirdik. Daha neler neler icat ettik. Hatta ışınlanma teknolojisini bile keşfettik. Bristol Üniversitesi ve Danimarka Teknik Üniversitesi'ndeki bilim adamları, iki çip arasında fiziksel bir bağlantı yokken veri aktarmayı başardı.
Geliştirdiklerimizi yazarsak sayfalar yetmez…
Ancak bir yerde bir şeyleri hep kaçırdık.
Martin Luther King ne diyordu: "Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, ancak kardeşçe yaşamayı unuttuk.”
İnsanların birbirlerini sevmesi bu kadar mı zor bazen anlamakta zorlanıyorum. Sürekli içimizde bir öfke, bir sinir, bir gerginlik var. Her an patlamaya hazır bir bomba gibiyiz. Dolmuşta, sokakta, alışverişte ve trafikte sürekli bir gerginlik var üzerimizde.
Aslında hepimiz bu vahametin farkındayız, ancak söz konusu uygulamaya gelince hep geri planda kalmayı, üzerimize alınmamayı tercih ediyoruz. Halbuki bunu yapan yine biziz. İnsanları kırmamak, incitmemek, yaralamamak gibi bir derdimiz yok, bazen sadece konuşmak için konuşuyoruz. İşte buna güzel bir örnek:
Hafta sonu evimde haberleri takip ederken karşıma Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan’ın Nuh'un gemisine dair tartışmalarla ilgili konuştuğu haberini okudum. Geminin Şırnak'ta olduğunu savunanlar için "Vallahi yalan söylüyorlar" sözlerini sarf eden Sayan, "Eğer Nuh'un gemisi Şırnak'ta olsa bile karadan yürütüp Ağrı'ya getireceğim. Bu da böyle bilinsin" ifadesini kullandı.
Esasen bu sözler beni çok şaşırttı! nitekim o ana kadar gemi konusunda yapılan tüm tartışmalara saygı duyuyordum. Ancak söz konusu tartışma bir halka hakaret noktasına varınca, bu halkın bir parçası olmam dolayısıyla bana da cevap hakkı doğurdu. Bugün Şırnak’a geldiğinizde karşınıza Şehri Nuh isminin otellere, kafelere verildiğini görebilirsiniz, bunun dışında turizm firmalarına, okullara, taksi duraklarına ve daha birçok yere bu isimlerin verildiğini görmeniz mümkündür. Bu durum kısa bir süre önce gerçekleşen bir durumda değildir. Bir kültür haline gelmiştir. Dolayısıyla geminin Şırnak’ta ya da başka bir yerde olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak; ecdadımızın bu duruma inandıkları, bunu hayatlarına yansıttıkları ve bunu nesillerden nesillere aktardıkları gerçeğini değiştirmez. Cudi dağına gidilerek yıllarca yapılan ibadetler, zikirler, 7 yıl peş peşe Cudi dağını ziyaret edenlerin hacı sayılması, Cudi dağının tepesinde var olan cami. Tüm bunlar bir kültürün, bir inanışın vücut bulmuş halidir aslında. Tüm bu köklü kültürü hiçe sayıp yalancılıkla suçlamak bir eğitimciye, bir yazara, bir siyasetçiye, 500 bin nüfusu olan bir Şehri Emin’e, ne kadar yakıştı? Onu siz değerli okuyucuların takdirine bırakıyorum.
Hud Suresinin 44. Ayetine baktığımızda” Ey toprak suyunu yut!” Denildi. Su çekildi; hüküm yerini buldu, gemi Cudi’nin üzerine oturdu; “Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi.
Kuran-kerimde açıkça “Cudi” kelimesi geçmektedir. Ancak hiçbir araştırma yoktur ki, Ağrı isminin Cudi olarak adlandırıldığını söylesin. Neyse ki herkes yalan söylüyor, tüm bu inançlar değerler yalancı ancak gemiyi karadan Ağrı’ya götürecek olan başkan doğrucu.
Ama Türkiye adına hepimizin bu duruma şükretmesi gerekiyor. Kazara Savcı Sayan: Niğde ya da Aksaray Belediye Başkanı olsaydı ne yapardık. “Peri Bacaları aslında Niğde’nindir. Kaçak yollardan Nevşehir’e götürülmüştür. Ne pahasına olursa olsun kara yoluyla onları şehrimize taşıyacağız” şeklinde açıklamaları duymamız hiç şaşırtıcı olmazdı.
Ancak ecdadımı yalancılıkla suçlayan birine bir çift sözü yine ecdadımın vermesini yeğlerim. Eminim ki onlar yaşasaydı şöyle derlerdi:
“Suskunluğumuz asaletimizdendir,
Aslında her lafa verecek bir cevabımız vardır,
Lakin önce lafa bakarız laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarız adam mı diye…”