Sınava Hazırlanan Öğrenciler!

 

Ülkelerin birinde bir padişah ve çok sevdiği bir veziri varmış. Padişah her olayda sevdiği veziri ile fikir alışverişinde bulunurmuş. Padişahın çok sevdiği veziri her olaydan sonra “vardır bir hayır padişahım sen tasalanma” dermiş. Bir gün padişah ava çıkmış ve avladığı hayvanı keseyim derken serçe parmağını da kesmiş. Padişah kopan parmağının acısıyla bağırırken vezir “üzülmeyin padişahım her şeyde bir hayır vardır, bunda da vardır bir hayır” demiş. Parmağının acısı geçmeden vezirin böyle konuşması padişahın canını çok sıkmış ve öfkelenerek vezirini zindana attırıp yeni bir vezir bulmuş kendine.

Padişah ava oldukça meraklı olduğundan her fırsatta ava çıkarmış. Yine bir gün ava gitmeye karar vermiş ve yeni vezirini de yanına almış. Bu defa ülkeden oldukça uzaklaşarak ormanın daha önce hiç gitmediği bir yerinde avlanmaya başlamış. Bu esnada insan eti yiyen bir topluluğa esir düşmüşler. Bu topluluk padişah ve veziri yakalayıp bağlamışlar ki padişahın parmağının kesik olduğunu görmüşler. Bu toplulukta her tarafı sağlam olmayan insanın etini yememe gibi bir inanç varmış. Bu yüzden padişahı serbest bırakmış, veziri de yanındakileri de yemişler. 

Padişah telaşla saraya döndüğünde eski veziri zindandan çıkartıp özür dilemiş: “Kusuruma bakma. Seni zindana attırdım, ama dediğin çıktı. O gün parmağımın kesilmesinde benim için bir hayır varmış” demiş ve tekrar tekrar özür dilemiş. Vezir “Özür dileminize gerek yok padişahım. Beni vezirlik görevinden azledip zindana atmanızda da bir hayır var” demiş. Padişah “Nasıl olur, ben sana haksızlık ettim ve zindana attım bunda ne gibi bir hayır olabilir” deyince; Vezir, “Ben zindanda olmasaydım ava giderken sizin yanınızda olurdum ve bugün eti yenen vezirin yerinde ben olurdum” demiş…

Kıymetli dostlarım gördüğünüz gibi gerçekten de her şeyde bir hayır olduğunu bu kısa hikâye bize özetliyor.

Geçen hafta üniversiteye hazırlık öğrencileri ile üniversitemizin konferans salonunda kısa bir eğitim gerçekleştirdik. Burada öğrencilerimizin temel arzusunun bir an önce bölgeden uzaklaşmak olduğunu gördüm. Bölgede tıp okumaktansa bölge dışında işletme okumayı bile tercih eden bir kesimin olduğunu fark ettim. Önce kızdım nasıl olur dedim, Türkiye’nin en gelişmiş kampüsüne sahip bir üniversiteyi, son derece kaliteli akademik kadrosunu nasıl bu kadar hiçe sayarlar diye düşündüm. Yapay gölünü, tenis kortlarını, amfi sınıflarını, gelişmiş spor faaliyetlerini daha sayamayacağım birçok yanını nasıl hiçe sayarlar, Ankara’da okuduğum dönemde üniversiteleri gezme fırsatı bulmuştum. Ancak 1-2 üniversite dışında hiçbir yerde bu imkanların yarısını bile bulmak imkânsız, doğru düzgün bir kampüsü bile olan üniversite sayısı bir elin parmaklarını geçmez. 

Ancak sonra durup düşününce onlara da hak verdim. Sahi biz nerede hata yaptık, biz öğrencilere yeterince kendimizi, üniversitemizi, şehrimizi sevdirebildik mi? Onları karşımıza alıp hakkıyla rehberlik edebildik mı? Onlara gidecekleri yerlerin hayallerinde ki gibi güzel ve temiz olmadığını anlatabildik mi? Bu güzel insanlar böyle düşünüyorsa bunda haklılık payları yok muydu? Kesinlikle vardı ve yerden göğe kadar haklılardı çünkü bizdik hatalı olan bizdik onlara bu farkı gösterip anlatamayan.

Gençlerimiz haklıydı onların yaşlarındayken aynı düşünceler hepimizin kafasında vardı. Ancak gittikten sonra anladık neyin ne olduğunu. Hiçbir şey hayallerimiz ile uyuşmuyordu. Her anımız her saniyemiz hayal kırıklıkları ile doluydu. Güzellikler yok muydu? Elbette vardı ancak hiçbir şey insanın memleketi kadar güzel değildi. Gurbet bize bunu öğretmişti ancak biz gidince anladık bunu. 

Üniversitedeki bakkal amca Kürt olduğumu öğrenince “olsun oğlum olsun sizde insansınız” dediğinde anlamıştım memleketimin taşının toprağının altın olduğu, o yüzden lütfen gitmek için gitmeyin çünkü kaldığınız yerinde sizlere ihtiyacı var. 

İnsanlar kendilerini geliştirdikleri sürece başarıya ulaşabilirlerdi. Kendilerini geliştirmeleri için de yaptıkları işi sevmeleri gerekirdi. Sırf okumak için okumak, sırf doktor oldu avukat oldu desinler diye bölüm seçmenin hiç mantıklı olmadığını gördük anladık. Önemli olan insanın yaptığı işte en iyisini yapması en güzelini yapması değil miydi? 

Memleketimizin aslında en büyük sorunu kimsenin işini doğru düzgün yapmaması değil miydi? Ne öğretmen öğretmenliğinin hakkını verdi ne öğrenci öğrenciliğinin ne memur hakkıyla memur oldu ne sanayide çalışan usta. Ne doğru düzgün sevgilimize sadık kaldık ne trafikte centilmen. Ne hakkıyla baba olabildik ne de bir evlat. Hiçbir zaman işimizin hakkını vermedik ama eleştirmeyi çok sevdik. 

Bakın Martin Luther King bu konuyla ilgili ne diyordu:

“Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin.” 

İşimiz, mesleğimiz, konumumuz, mevkimiz, makamımız ne olursa olsun işimiz hakkıyla yaptıktan sonra hiç kimse önümüzde duramaz.

Evet kıymetli gençler, değerli dostlarım, kardeşlerim, önümüzdeki hafta sınavınız var lütfen ama lütfen bunu dünyanın sonu gibi görmeyin, yanlış yapın hata yapın, isterseniz sınavdan sıfır puan alın ancak şunu unutmayın ki:

Hiçbir şey sizden daha değerli değildir!

Ve içten inanıyorum ki hangi bölümü kazanırsanız kazanın hangi işi yaparsanız yapın hangi mesleği seçerseniz seçin siz yaptığınız işi en iyi şekilde yapabilecek bu kutsal toprakların evlatlarısınız. 

Özellikle sınav günü yaklaştıkça gençlerimizde stres artmakta ve bu durum ciddi sağlık problemlerine neden olmaktadır. Nitekim bu sınavın hazırlıkları yıllar önce yapılmıştır. Taşınan yük ağırdır. Sonuç psikolojik sorunlar, yüksek tansiyon, kalpte ritim bozuklukları gibi gibi. İşte tam olarak bu yüzden stres azaltılmalı ve sınava daha rahat bir kafayla girilmelidir. Tam bu noktada imanın şartlarının hatırlatılması gerektiğini düşünüyorum. İmanın şartı 6’dır. Bunlar:

1. Allah’ın varlığına inanmak.

2. Meleklere inanmak.

3. Kitaplara inanmak.

4. Peygamberlere inanmak.

5. Ahiretin varlığına inanmak.

6. Kadere inanmak (Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak).

 

 

 

Başarılar dilerim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri