Kıymetli dostlarım bildiğiniz üzere neredeyse tüm yazılarımda gençlerimizi anlatmaya özen gösteriyorum çünkü onlardan daha kıymetli bir hazinemiz yok. Onlar bizim tek umut kaynağımız, geleceğimiz, hayallerimiz …
Ağaç yaş iken eğilir sözü tarifi edilmez bir öneme sahiptir gençlerimiz açısından bunu kıymetli dostum Serhat Uzan çok güzel anlatmış şimdi sizi bu yazı ile baş başa bırakacağım, okurken keyif alacağınızdan şüphem yok:
Saat sabahın 6’sı geceden ve gecelerden kalmayım bugün.
Pencerem ortak alan sayılan bir spor alanına ve içinde kamelyası olan bir parka bakıyor. Yaz olduğu için penceremi genellikle kimselerin parkta olmadığı zamanlarda ya tam açık ya da üstten havalandırmasını açık bir şekilde bırakırım. Değişik yaş gruplarının kullandığı bu ortak alanda her türlü insanı görme şansına sahipsiniz. Ebeveynlerinin gözetiminde kaydıraktan kayan el bebek gül bebek büyütülen çocuklardan tutun saldım çayıra Mevla kayıra çocuklara kadar her yaştan çocuk görebilirsiniz.
Çocukların seslerine, gürültüsüne aldırış etmeden başka alternatifi olmadığı için havanın serinliğine ihtiyaç duyan yaşlı amcalar ve teyzeler de görmek mümkün. Binanın altında, ön tarafı parka dönük olan oturma salonundan bozma bir dükkânın olması bu kalabalığı daha da arttırmakta.
Çalışma masamdan dışarıyı çok rahat görebildiğim bu curcunalı ortamdan her türlü sesi çok rahat ve net bir şekilde duyabiliyorum. Bazen masamda çalıştığım konuda ya da yürüttüğüm bir çalışmada dikkatimin bozulmasına neden olabilecek kadar gürültünün yaşandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Gülüşmelerin, tartışmaların, bağırış çağırışların arasından kulağımı tırmalayan, beni çok ama çok üzen maalesef üzülerek söylüyorum yaşları 6-18 arası olan çocukların birbirlerine söyledikleri küfürler.
Nasıl küfürler mi? Gerçekten bunları buraya yazacak kadar cesaretim yok. Aklınız hayaliniz durur, inanamazsınız…
En son dün akşamüzeri yaşı 15-16 arası olan, sesi gayet kalın ve tok olan bir ergenin o kalabalığın içinde uzak mesafede olan arkadaşına, eskiden bu tür küfüler yüzünden cinayetlerin işlendiğini duyduğumuz tarzda ve söylemde küfürler ettiğini duydum. Sesi resmen yankılanıyordu… Dayanamadım pencereye fırladım sinirle, küfür eden çocuğa: Çok ayıp dedim. Nasıl böyle şeyler söylersin? Dedim. Çocuk sadece yüzüme alaycı bir tavırla baktı ve arkadaşına doğru yürümeye devam etti. Çok üzüldüm. Odama, masama tekrar geri döndüm. Beynimin içine ortalığı kül eden bir kıvılcım ateşi düştü sanki. Çalışma masamda yürüttüğüm çalışmaya konsantre olamadım, yoğunlaşamadım. Kafamda deli sorular, kızgınlıklar, öfke, acıma, şefkat, merhamet, çaresizlik… Niye? Neden? Peki ama nasıl?
Bu düşüncelerle berber inanılmaz duygu yüklü, stresli bir günün sonunda, akşamın ilerleyen saatlerinde hava almak için kendime yoldaş yaptığım küçük kızımın elinden tutup bir hava almak için dışarı çıktığım 23:30 civarları… Birbirlerine küfreden gençlerin üyesi olduğu 10-15 kişilik genç grupla beraber kamelyada oturduklarını gördüm. Yanlarına yaklaştım ve selam verdim: Gençler, merhaba! Dedim… Karşılık veren de oldu, alaycı alaycı bakan da oldu. Sırayla yaşlarını sordum, yaşları 15-17 arasıydı. Hepsi lisede okuyor. Okuldaki durumlarını sordum. Hepsi bir ağızdan -zaten bu sene bir şey görmedik- diye serzenişte bulundular. Anlaşılan o ki hepsinin okulla olan bağları çok zayıftı.
Gençler! Dedim: neden her akşam buradasınız, neden sürekli burada zaman kaybediyorsunuz, neden sürekli birbirinizle küfürlü konuşuyorsunuz, neden amaçsızsınız, neden sürekli hepinizin kafaları telefonlara gömülü, neden telefondaki oyuna odaklanmış dünyadan haberiniz yok ayrıca oyun üzerinden bile birbirinize küfür ediyorsunuz, dedim… İçinde soru işaretleri olan nedenli soruları kısa sürede sıraladım. Çünkü hem merak ettim hem de içimde bir kızgınlık vardı.
Maalesef cevap yoktu. Üzüldüm… Tepkisiz bir gençlikle karşılaşmak üzücüydü benim için.
Babalarınız çok mu zengin? Dedim… Hayır, dediler.
Peki, Neden? … Dedim yine ve sıraladım tekrar nedenli soruları.
Dayanamadım… Gençlere telkinde ve nasihatte bulunmaya başladım, arada sorular sorarak onları ölçmeye çalıştım. Aralarında beni dinleyen 2 ya da 3 kişi vardı, ses tonumu onların dikkatini ekmek için kullansam da çok kısa süreli etkili olabiliyordum. Ya biri birini dürtüyor aralarındaki şakalaşmayı sürdürüyordu ya da biri elindeki telefonla uğraşıp oralı bile olmuyordu.
Elinde sigarası, dumanını sağına soluna savuran, burada neler oluyor der gibi açık oturuma dâhil olan yeni üyeler de yok değildi.
Bu ülke sizin, bu memleket sizin, geleceğin sorumluları sizsiniz dedim, yazıktır, etmeyin eylemeyin, sizden ricam okuyun, kendinizi geliştirin… İleride boşuna akan bu zamanınız için üzüleceksiniz dedim.
Aralarından sadece biri kim olduğumu ve ne iş yaptığımı sordu. Cevapladım sorusunu.
Dedim ya tepkisiz kalmaları beni hem üzdü hem sinirlendirdi. Bunca konuşma ve nasihatlere rağmen kızgınlığım geçmedi.
Aslında onlara kızmak da geçiyordu içimden. Ama yapamadım… Onları olumlu yönde etkileyebilecek, onları kendilerine getirebilecek her türlü nasihatte bulundum diyebilirim. Peki, ne kadar etkili olabildim? Bilmiyorum…
Ne yazık ki Şırnak’taki bu yaş aralığındaki gençlerin ve çocukların bilinç durumları, eğitimleri, amaçları, istekleri, hayalleri, sosyal ilişkileri, tepki düzeyleri… Her şeyleri çok vahim durumda.
Okula niçin gittiklerini bilmiyorlar. Üniversite gibi bir hayalleri yok. Okulda gördükleri derslerin onların sosyal ve akli becerilerinde nasıl bir işe yarayacaklarının bilincinde değiller. Dünyayı sadece telefondan ve arkadaş buluşmalarından ibaret biliyorlar.
Geleceğe dair bir umutları yok.
Bu durum uyutmadı beni. O çocukların yüz ifadeleri, tepkisizlikleri, bilinçsizlikleri, ilgisizlikleri gözümün önüne geldikçe uykum kaçtı. Üzüldüm… Gerçekten çok üzüldüm.
Bu durumda, ne yapılabilir diye sorular beliriyor beynimde.
Aslında bu sorunların tüm cevapları her ailede her evde mevcut.
Temelde yapılması gereken şey, ailelerin ve eğitim kurumlarının (sanat ve sportif faaliyetler yürütenler de dâhil) koordineli bir şeklide bu gençlerin kişiliklerinin, bilinçlerinin oturacağı süre zarfında onlara yoldaşlık etmesidir.
Eğitim odaklı bilinç ve kişilik oturduktan sonra gerisi kendiliğinden gelecektir.