Konuşma sanatının virüsle beraber gidererek azaldığı bir evrenin yazım dünyasına ne kadar ilgi gösterip göstermediği kaygısıyla yazmadığımı belirtmek istemem abes karşılanmaz umarım.
Yazmanın bir içe dönüş olduğu saçmalığını da ya da duygusal bir moda girmiş gibi yapıp süslü kelimeler kullanmak olduğunu belirtmek istemiyorum.
Yazmak şu an ve tüm yarınların o anını kalben yaşamaktır.
En önemlisi yaşanılmayanı yaşamak, sevmediğini sevmek ve özlem duyduğun bir şeye karşı özlemini gidermektir.
Ve yazmak insan kalmaktır.
‘’Yazı yazan kimseler, düşüncelerin fotoğrafçısıdır demiş bir düşünür.’’
Şahsen benim için düşüncelerimin fotoğrafına efekt vermek gibi bir şey. Düşüncemizin soyut kısmını göz önünde bulundurduğum zaman onu yazıyla kapatıp kötülüklerin üzerine bir perde çekmeye çalışıyorum.
Yani bir nevi yazmak benim için düşüncelerimin taze kalmış tarafını korumaya çalışıp onun bozulmasını engellemek istememdir.
Söz yazıdan eskidir; ancak sözün bir duyguyu, bir düşünceyi yaymadaki gücü sınırlıdır. Duygu ved üşüncelerimizin kalıcılığını da sağlayan yazı; duygu, düşünce ve isteklerimizin yayılmasına, iletilmesine de yardımcı olur.
Çok eski çağlarda insanlar yasalarını, inançlarını,efsanelerini, anılarını, kitaplarda değil, belleklerindes aklamak zorundaydı. Anlaşmak için her toplum, birbirinden farklı sistemler geliştirmek durumunda kalıyordu. Kültürel değerler ağızdan ağza, kulaktan kulağa geçerken eklemeler yapılıyor, unutulanlar oluyordu. İşte yazının bulunuşu her şeyden önce insanoğlunun unutma zayıflığına karşı en kesin çare oldu.
Yazının en büyük görevi; düşünceyi kalıcı kılması, taşıması ve yaymasıdır.
Bu yüzden yazının hiç önemsenmediği gerçeğini burada belirtirken bunu popülist diye düşünen insanlara da şunu belirtmek istiyorum.
Yazmak düşünmektir, sevmektir ve
taze kalmaktır.