Hz. Peygamber’in (sas) sünnet-i seniyyesi hem dinî hem de dünyevi hayatımıza şekil veren, onu renklendiren bir hususiyet taşır.
Kur’ân-ı Kerîm’den sonra sünnet; fıkıh ve İslam ahkâmının teşrî kaynağı olup, aynı zamanda o, her türlü davet ve irşat faaliyetlerine de kaynaklık eder. Aynı şekilde bir Müslümanın gözünde sünnet, bütün insanlığın doğru yolu bulması, hatalarını düzeltmesi ve kesbî ilimlerini kemale erdirmesi için ihtiyaç duyduğu dinî, beşerî ve sosyo-kültürel bilinçlenmenin de kaynağıdır (Kardâvî, 2012, 142).
Kur’ân’ın insanla buluşmasının sonucudur, sünnet.
Kur’ân’ın yeryüzünde uygulamaya konulmasının diğer bir adıdır, sünnet.
Her bir Müslüman sokağında Hz. Muhammed’in (sas) bir şubesidir, sünnet.
Her bir müminin yuvasında, evinde baş köşede konuşan bir Peygamber’dir, sünnet.
Allah’ın ipi olan Kur’ân-ı Hakîm’e sıkı sıkıya sarılmanın başka bir ismidir, sünnet.
Kıyamete kadar Yüce Kitab’ın aydınlığında hareket etmeleri gereken Müslümanların Resulullah (sas) ile iletişim araçlarıdır, sünnet.
Bugün hâlâ aramızda yaşıyor, geziyor ve tavsiyelerde bulunuyor Hz. Peygamber (sas).
Nasıl mı? Elbette sünnetiyle.
Doğru ve faydalı olandan uzak kalmamamız için bize emanet ettiği yaşam tarzıyla. Cahiliyeye dönmememiz için bize hediye ettiği uyarılarla dolu rehberliğiyle.
Çağlar ötesinden sesleniyor, ama sanki yanı başımızda.
Onsuz attığımız her adım bizi yanlış sokaklara götürdü.
Ona danışmadan verdiğimiz her karar bize ağır bir fatura çıkardı.
Ona haber vermeden çıktığımız her yolculuk bizi hüsran içinde bıraktı.
Onun (sas) ciddiye alınmadığı her iş akimdir, sonuçsuzdur.
Zira o, onarmaya geldi.
O, en güzel temelleri atmaya geldi.
O, inşa etmeye geldi.
O, tezyin etmeye, güzelleştirmeye geldi.
Bunun için bir program hazırladı bize. Yüce Rabbi’nin ilahi projesini hayata geçirmek üzere bize uyguladığı bir program.
Bu program, onun sünnet-i seniyyesi.
Bu program, üsve-i hasene.
Sünnet, örnek mümin inşa etmeye çalışır.
Sünnet, ideal Müslüman profilini çizer. Nitekim o profili çizenin kendisi zaten en ideal, en örnek ve en güzel model değil midir?
Tek tek fertlerle ilgilenir ki sünnet, ideal bir toplum meydana gelsin.
İdeal bir toplum oluşturmaya gayret eder ki sünnet, ‘ümmet-i vasat’ çıksın ortaya.
Nitekim, sünnet; öncelikli olarak bireyi esas almış, ideal bireylerden ideal aileler ve buradan sağlıklı çevre ve sağlıklı toplumlar oluşturmayı hedeflemiş, vaz’ ettiği prensipleriyle bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu yönde aile, ilk eğitim ocağı vasfıyla işlev görmüş; aile sonrası örgün eğitime paralel olarak, sosyal çevre de doğruyu gösterme, yanlıştan sakındırma anlamında bir tür yaygın eğitim misyonuyla hep aktif tutulmuştur (Yılmaz, 2016, 632).
Öğretisinde her zaman ilme ve âlimlere müstesna bir yer tanıyan sünnet, medeniyeti ancak ilim ve âlimler sayesinde ulaşılabilecek bir birikim olarak görmüştür. Bu açıdan temel bir kurum olma özelliği ile öne çıkan eğitimle yakından ilgilenmiş, ümmî olarak nitelendirilen bir toplumu, okur-yazar hale getirmek için bütün imkânları seferber etmiştir (Yılmaz, 2016, 632).
Sünnet, hayatla iç içedir. Sosyal yapıya çok ehemmiyet verir ki orijinal ve özgün bir kültür ortaya çıkarsın. Öyle bir kültür doğurur ki sünnet, en insanî en fıtrî medeniyeti kurmaya çalışır.
Nitekim medeniyetlerin özünü, ruhunu ve varlığını sosyo-kültürel hayat oluşturur. Zira medeniyet, bir toplumun maddî ve manevi boyutlarıyla ortaya koyduklarının bir neticesidir. Bir başka ifadeyle topluma ait bir duruş, o toplumun bir telakki biçimidir. Bu istikamette sünnet; sosyal hayata ilişkin pek çok düzenlemelerde bulunmuş, yaşamı, kendi anlayışına uygun bir şekilde tanzim etmiş, hayata kendi rengini vermiştir. Telakki ve ilişkilerde çok koyu bir şekilde kendisini ortaya koyan bu hâkim renk; hiç kuşkusuz empati anlayışı, başkaları için de arzu etme, başkaları adına da endişe duyma erdemidir. Bunun yanında incelik ve tevazu gibi övgüye değer her haslet, ilişkilerin kendileriyle farklılık kazandığı, nebevî yaklaşımın diğer belirgin motiflerini teşkil etmektedir. Hülasa; yıkmayı değil yapmayı, yok etmeyi değil yaşatmayı, zulmü değil hakkı, gelişi güzelliği değil mükemmelliği/ihsanı, kabalığı değil nezâket ve zarafeti esas alan, anlayışını bu tür evrensel değerler üzerinde temellendiren Sünnet medeniyeti, bütün bu müstesna yanlarıyla medeniyetler âleminde ayrıcalıklı bir yer oluşturur (Yılmaz, 2016, 633-634).
Sünnet, en güzel medeniyeti kurmuştur; buna tarih şahit.
Sünnet, o medeniyetle insanlığı beslemeye çalışmıştır; buna insanlık şahit.
Sünnet, gökten yağan manevi bir yağmur; insanlığı yeşerten.
Sünnet, gökten yağan bir kar adeta; insanlığı susuz bırakmayacak kaynakları besleyen.
Sünnet, esen bir rüzgâr; tozu alan, temizleyen.
Her yönüyle insana yakışır, beşere layık, temeli sağlam, binası dengeli, görünüşü saadet kaynağı, içerisi hayat bahşeden bir medeniyet inşası derdindedir, sünnet.
Bize düşen bu medeniyete sahip çıkmak, müminler olarak.
Bize düşen insanlığa sahip çıkmak, ümmet olarak.
Bize düşen mümine sahip çıkmak, izzet sahibi Müslümanlar olarak.
Bize düşen emanetini kaybetmemek, Resul-i Zişan’ın (sas).
Bize düşen, âtıl olmamak, çalışmak.
Bize düşen Kur’ânî tedavileri sünnet reçetesiyle insanlığa sunmak.
Önümüzde tek yol var aslında.
Sünnetine sahip çıkarsak onun (sas); medenî oluruz, medeniyet inşa ederiz.
Diğer bir alternatifimiz olmasın, Rabbim sadece bu seçeneğe mecbur bıraksın bizleri. Âmin.