TOPLUMSAL HASTALIKLAR (2): KISKANÇLIK

TOPLUMSAL HASTALIKLAR (2):KISKANÇLIK

Ateşin içine bir parça odun atıldığında, ateş odunu tamamen yakıp bitirmez mi? İşte haset/kıskançlık da insanın yaptığı iyilikleri öyle bitirir, yok eder. Benzetme Hz. Peygamber’e (sas) ait. (Ebû Dâvûd, Edeb, 52) Hadiste kıskançlığı tarif ederken aynen bu benzetmede bulunur. Kıskançlık bu derece büyük bir manevi afet demek ki. Çoğumuzun ciddiye almadığı, günlük hayatta önemsemediğimiz bir hastalık aslında.

Resûlullah’ın (sas) vurguladığı nokta uhrevi yön. Bize -tabiri caizse- puan olarak en çok lazım olacağı bir zamanda, o iyiliklerimizin elimizden kayıp gittiğini göreceğiz, kıskançlıktan uzak durmadıkça.

Peki uhrevi bakımdan böyle de dünya hayatında insana çok mu fayda sağlar kıskançlık? Elbette hayır. Toplumsal hayatta da huzursuzlukların, nahoş durumların ortaya çıkmasına neden olur.

Kıskançlık kötü bir haslet, gerçekten. Komşumuzun sahip olduğu bir mala, arkadaşımızın elde ettiği bir payeye kem gözle bakmamalıyız. Bir tanıdığımızın kazandığı bir başarı bizi kıskançlığa sevk etmemelidir.

Dünya hayatında elde etmek istediğimiz bir şeyin başkalarında olduğunu gördüğümüzde kıskançlık yapmayalım, tamam da, o anki duygumuzu nasıl kontrol altına alacağız? İşte burada gıbta kavramı karşımıza çıkmaktadır. Gıbta ile haset arasında çok ince bir çizgi bulunmaktadır.

Hz. Peygamber (sas) sadece iki kişiye gıbta edilebileceğini belirtir. Biri, Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı Allah yolunda harcayabilen kimse, diğeri de Allah’ın kendisine ilim verdiği ve bu ilmiyle hem amel eden hem de başkalarına öğreten kişi. (İbn Mâce, Zühd, 22)

Demek ki kıskançlık duygusunu gıptaya dönüştürerek kontrol altına alma şansımız var. Arkadaşımın çok parası var, hayrını görsün, Ya Rabbi bana da nasip et, bir gıbta ifadesidir. Komşum çok sağlıklı bir adam, hastaneye gittiğini görmedik, sıhhat ve afiyeti daim olsun inşallah, Ya Rabbi sen böyle bir sağlığı bize de nasip et, demek de keza bir gıbta cümlesidir.

Kıskançlığın olduğu bir yerde toplumsal huzur olmaz. İmtihan dünyasında yaşıyoruz. Bütün kötü duygular da potansiyel olarak bizde mevcut. Önemli olan iyi ve faydalı duygularımızı harekete geçirip kötü olanları dizginlemek. Zaten imtihanın sırrı da burada.

Kısa olması hasebiyle çoğumuzun namazlarda okuduğu Felak suresinde “…haset ettiğinde hasetçinin şerrinden Allah’a sığınma” ifadesi geçer. Hasedin ileri derecelerinde ‘nazar etme’ gibi çok daha zararlı davranışlar da ortaya çıkabilmektedir.

Hz. Âdem’in oğlu Kabil kardeşi Habil’i kıskançlık yüzünden öldürmedi mi? Demek ki, kıskançlık ilk insan olan Hz. Âdem’den bu yana insanlığın başına bela olmuş kötü bir hastalıktır.

Kıskançlıkla ilgili bir hikayeyle yazımıza devam edelim. Zamanın birinde, bir adam arkasından iki çocuk bırakarak vefat etmiş. Onlara kayda değer bir mal da bırakmış. İki kardeş malı aralarında bölüşerek her biri kendi payını almış ve tasarrufta bulunmaya başlamış. Ticaretle uğraşan küçük kardeş ihlaslı bir kişi olarak tasaddukta bulunmayı sever asla cimrilik yapmazmış. Ticareti bereketlenmiş, malı artmış ve büyük bir servet sahibi oluvermiş. Ancak düşmanı olmadığı gibi malına kıskançlık da etki etmezmiş. Büyük kardeşe gelince, kötü yollara saparak servetini içki, kumar, fuhşiyat yolunda tüketmiş. Asli ihtiyacını bile karşılamakta zorlanacak derecede fakir düşmüş. Bununla beraber küçük kardeşi onu yardımsız bırakmamış, yiyecek ve giyecek konusunda ona destek verirmiş. Bunca iyiliğine rağmen büyük kardeşte küçük kardeşine karşı kıskançlık duygusu oluşmuş. Hatta bir yolunu bulup kardeşinin servetini yok ederek onun da kendisi gibi fakir düşmesini sağlamayı bile düşünmüş. Böylelikle insanlar onun fakirliğini ayıpladıklarında kardeşini de ayıplayacaklar ve aynı duruma gelmiş olacaklardı. Sonra İblis’in kendisine ilham vermesiyle, hasetçiliğiyle meşhur, kimsenin haset ve nazarından kurtulamadığı bir adamı buluverdi. Bu hasetçi adamın gözlerinde sorun vardı, bir şeyi ancak çok yakından baktığında görürdü. Büyük kardeş, işte bu adamın yanına giderek, küçük kardeşinin servetini yok etmesi için ona nazar değdirmesini istemiş. Bu iş için de kendisine dişe dokunur bir ücret de vermiş. Kıskanç ve nazar sahibi kişiyi alıp kardeşinin ticaret alanına götürmüş. Yaklaştıklarında büyük kardeş, nazar sahibi kişiye, hazır ol bir mil sonra oraya varacağız, demiş. Nazar sahibi, büyük kardeşe “Senin gözlerin bu kadar uzaktan nasıl görüyor, keşke benim de gözlerim seninki gibi olsa” demiş. Tabi öyle deyince, büyük kardeş başında bir ağrı hissetmeye başlamış, gözleri kararmış. Bu şekilde küçük kardeşin ticaret alanının yanından geçmişler ve tabi küçük kardeşin malları zarar görmemiş. Olan büyük kardeşe olmuş.

Hikâye bu. Gerçek hayatta da kıskançların hasedi kendi boyunlarına dolansaydı, zararı kendilerine dönseydi iyi olurdu. Bunu beklemek biraz beyhude olacağına göre, bize düşen hasetten uzak durmak, kıskançlığımızı kontrol altına alıp gıbta duygusuna dönüştürmektir.

Kıskançlığın kol gezdiği bir ailede, mahallede ve toplumda huzur olmayacağı gibi ilerleme de sağlanamaz. Üç günlük geçici dünyada hasetle hareket edip neden hem toplumsal hayatımızı zehredip hem de ahiretimizi yakalım. Günahkâr ve kusurlu kullar olarak zor bela biriktirdiğimiz iyiliklerimiz neden haset sayesinde yok olup gitsin ki. Hiç de akıl kârı bir iş değil.

Birbirimizi seven, birbirimizi yardımsız bırakmayan, kendi nefsimize istediğimizi kardeşimize de isteyen, kimseyi kıskanmayan kullar olmamız duasıyla…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yazar Yazıları Haberleri