TOPLUMSAL HASTALIKLAR (4): GIYBET

TOPLUMSAL HASTALIKLAR (4): GIYBET

Gıybet; en sık işlenen ama üzerinde en az düşündüğümüz günahlardan biri. Dilin ucuyla yapılan ama kalpleri ve toplumu derinden sarsan bir yara. Sohbetin tuzu biberi zannedilir çoğu zaman. Bazen de haklılık kisvesiyle meşrulaştırılır. Oysa Yüce Rabbimiz bu meseleyi öyle bir benzetmeyle tarif eder ki insanın içi ürperir: Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a gönülden saygı besleyip ona karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, tövbeleri çokça kabul edendir, engin merhamet sahibidir.” (Hucurât, 49/12)

Bu ayette üç büyük ahlaki sorun yasaklanmakta, özellikle gıybet yapılmaması vurgulanmakta, insana başkaları hakkında hoşlanmayacakları şekilde atıp tutmak cazip gelse de bu durum ‘ölü kardeşin etini yeme’ye benzetilerek müthiş bir teşbihte bulunulmakta ve arkasından ‘Bundan tiksindiniz işte’ ifadesiyle söz konusu günahın iğrençliği gözler önüne serilmektedir.

‘Kâmil mümin’ olmaya engel bütün günahlardan uzak durmamızı isteyen Hz. Peygamber’in (sas) hadislerinde de bakın, gıybetle ilgili ne buyuruluyor:

“Resûlullah (sas), ‘Gıybet nedir biliyor musunuz?’ diye sordu. Sahâbe, ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir’ karşılığını verdiler. Resûlullah, ‘Kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır.’ buyurdu. ‘Ya kardeşimde o söylediğim durum varsa ne dersin?’ diye sorulunca Nebi (sas), ‘Söylediğin şey eğer onda varsa gıybet etmişsindir. Eğer yoksa ona iftira etmiş olursun.’ buyurdu.” (Müslim, “Birr”, 70)

Ayrıca Efendimiz (sas) kalbinde tam anlamıyla iman yerleşmemiş kimseleri şöyle uyarmaktadır:

“Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 40)

Günümüzde gıybet ne yazık ki sıradan bir davranış haline gelmiş, bireysel bir günah olmaktan çıkıp toplumsal bir hastalığa dönüşmüştür. İnsan bazen kıskançlıktan, bazen içinde biriktirip kontrol edemediği öfkesini dışa vururken, bazen de hiç farkına varmadan bu günaha düşebilmektedir. Ne olursa olsun, gıybetin kişisel ve toplumsal sonuçları ağırdır. Çünkü gıybet hem dili hem de kalbi kirletir. Toplumda güveni, kardeşliği ve sadakati zedeler.

Gıybet yapmaya alışan bazı insanlar da ‘ben bunu onun yanında da yüzüne de söylerim’ diyerek yaptıkları kötü işe bir nevi kılıf bulmaya çalışmaktadırlar. Arkasından konuştuğumuz kardeşimizde o davranışların olması bize bahane olamaz. Olmazsa zaten gıybete ilave olarak iftirada da bulunmuş oluruz. Dolayısıyla hoşlanmayacağı şekilde bir insanın bir özelliğini veya davranışını gerekirse yanında da söyleyebilecek olmamız bu durumu gıybet olmaktan çıkarmaz. Doğru olsun, iftira olsun; yanında söyleyebilme cesaretimiz olsun veya olmasın gıybetteki temel mantık, kardeşimizi ‘hoşlanmayacağı şekilde anmamız ve kendisinden bahsetmemiz’dir.

Bir toplulukta bulunan veya bir mecliste oturan kişi, kalkar kalkmaz arkasından konuşulacağını düşünerek ilk kalkanlar arasında olmak istememektedir. Zira gerçekten çoğu zaman muhabbet eden o insanlardan biri veya birkaçı müsaade isteyip kalktıklarında orada bulunanlar hemen arkalarından gıybet yapmaya başlamaktadır. Bu durum toplumumuz için hayra alamet değildir. Laf taşımak, dedikodu yapmak ve başka insanların arkasından hoşlanmayacakları şekilde konuşmak yani gıybet birçok güzel hasleti yok etmektedir.

Bir yerde gıybet varsa ve sıradanlaşmışsa, orada dürüstlük zayıflar, sevgi azalır, dedikodu artar ve güven sarsılır. Gıybetten beslenen toplumlarda sahtekârlık, ikiyüzlülük ve bencillik artış gösterir. Bu da toplumun ruh ve ahlak yapısını zedeler. Böyle bir toplumda empati gelişmez, diğerkamlık kök salamaz, dostluklar samimiyetini yitirir.

Gıybet hastalığına en güzel reçeteyi En Sevgili Hekimimiz (sas) sunmamış mı? “Kendisi için istediğini kardeşi için istemeyen mümin değildir” (Buhârî, “İman”, 7) nebevî ilkesinden ‘kendisi için istemediğini kardeşi için isteyen de iman etmiş olamaz’ manasını çıkarmak çok mu zordur? Bu empati yeteneğimiz geliştikçe imanımızı kurtarmış oluruz. Sevgi ve kardeşlik köprülerini kurmayı başarırız. İç huzuru yakaladığımız gibi toplumsal huzura da katkı sağlarız. Bu, üzerinde durulması gereken çok önemli bir noktadır. Nefsimiz bize kardeşimizi çekiştirmeyi emrettiğinde, başkasının gıybetini yapmak istediğimizde Hz. Peygamber’in (sas) bu ölümsüz ilkesini hatırlayalım. İnanın, işimiz kolaylaşacaktır.

Gıybet, yalnızca bireysel bir günah değil, aynı zamanda sosyal dokuyu kemiren ciddi bir ahlaki problemdir. Diliyle başkasının onurunu zedeleyen kişi, sadece bir bireyi değil, toplumun da güven, sevgi ve adalet temelini yıpratır. Bu yüzden her birey, nefsine karşı bu konuda mücadele etmek zorundadır. Günahlar insana cazip kılınmıştır; ama haramla mücadeleyi kendine ilke edinmiş bir insan, ‘mümin ve müslim’ kimliğiyle mutlaka galip gelir. Çünkü dilimize hâkim olabildiğimiz ölçüde, kalbimize de ilişkilerimize de hâkim olabiliriz. Unutmayalım ki kendisi için haramdan uzak durmaya çalıştığımız Zât (cc), bizi asla yardımsız bırakmayacaktır.

Gıybetten uzak, dedikoduyla arasına mesafe koymuş, ikiyüzlülüğü tanımayan ve sahtekarlığa düşman bireyler olmamız duasıyla…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yazar Yazıları Haberleri