Ceyhan ERENER-GÜNDEM
Şırnak 5’ten Büyüktür
Tanpınar ya da İbn-i Haldun’a atfedilen “Coğrafya Kaderdir” sözü kaderciliği ifade etmenin yanında çok daha derin anlamlar barındırmaktadır. Genellikle de bulunduğu durumdan memnun olmayanlar, halinden şikayetçi olanlar kullanıyor bu sözü.
Peki, “coğrafya kaderdir” diyorsak bu yaşadığımız bölgenin olumsuzluklarını aşamayacağımız anlamına mı geliyor?
Kuşkusuz aşılamayacak engel yoktur. Evet coğrafya gelişim üzerinde önemli bir belirleyicidir; ancak her şey değildir.
Meksika ve Amerika sınır komşuları olmalarına rağmen adeta içinde farklı dünyaları barındırmakta, Güney Kore ve Kuzey Kore keza aynı farklılıkları paylaşmaktadır. Örnekleri arttırmak mümkündür.
Coğrafyanın kader olduğu teorisine Daron Acemoğlu katılmamakla birlikte bir tespit yapıyor ve bence bu olabilecek en mükemmel tespit!
Acemoğlu’na göre aradaki fark şu: Medeniyetler, yöneticileri tarafından ne kadar sömürülüyor, elde edilen kaynaklar halka ne kadar aktarılıyor ile alakalıdır. Hukukun üstünlüğü, serbest rekabet, demokrasi gibi kavramlar da bu sorunlara çözüm olarak öne sürülmüş.
Yani kaynaklar vatandaşa ne kadar dağılır ya da dağıtılmayıp bir grup elit arasında ne şekilde bölüşülür ve sömürülür. İşte sorun tam olarak burada yani paylaşmak ya da paylaşmamakta!
Peki, Şırnak’ın kömür madenleri, petrol kaynakları, ihaleleri, arazi rantları ve daha sayamayacağım birçok kaynağı bir avuç elit yerine tüm halka adil bir biçimde paylaştırılsaydı bugün çok farklı bir coğrafya ile karşılaşmış olmaz mıydık? Takdiri size bırakıyorum. Yani coğrafya kader değildir.
Çözüm olarak öne sürülen demokrasi üzerine birkaç şey söyleyeyim. Mesela Schumpeter, demokrasiyi halk yönetimi olarak görmez onu yönetici olan elit gruplar arasında bir yarışma olarak görür. Bu yarışma sonunda (yani seçimlerin sonunda) birileri halkın güvenini ve desteğini kazanır ve bu elit kadro topluma yön verme makamına ulaşır. Bu aşamadan sonra halk devreden çıkar; siyasal tercih yapma, karar alma ve politika oluşturma aşamasında etkisiz hale gelir.
Görüyoruz ki öne sürülen çözümler yine elitlerin işine yarıyor ancak, bizim bu noktada seçim yapma şansımız bile yok. Biz Şırnaklılar olarak seçimlerde bile bu hakka sahip değiliz. Çünkü her seçimde karşımıza aynı soydan, aynı soy addan, aynı aşiretten, aynı kadrodan isimler çıkarırlar.
“Bu mu, bu mu?” diye seçmeye mecbur bırakırlar.
“Kimi isteriz, niye isteriz, nasıl isteriz?” kısmına bizi dahil etmezler çünkü onlar daha iyi bilirler.
Daha adil, daha refah, daha demokratik bir memlekette yaşamayı biz de arzuluyoruz. Hem de liberallerin özgürlük düşüncesini, demokratların eşitlik ülküsünü ve sosyalistlerin kardeşlik ilkesini istedikleri gibi istiyoruz. Ama her defasında bizi apolitik hale getirmeye çalışan insanlar çıkıyor karşımıza.
Cumhuriyet döneminde halkın büyük çoğunluğu köylüydü. Köylü hiç fes giymemişti ve fesin kaldırılması da dolayısıyla hiç etkilemedi onları. Kadınları peçe takmazdı, peçenin yasaklanması da anlam ifade etmedi onlara; harf inkılabı desen, zaten ne okuma var ne yazma o da hiç etkilemedi.
İşte bizim durumumuz biraz da bu örneğe benziyor. Artık yapılanlara karşı cumhuriyet dönemi köylüleri gibiyiz; ne yapılıyorsa ne ediliyorsa bizi hiçbir şey etkilemiyor. Adeta duyarsız hale geldik.
Çözüm önce hastalığımızı teşhis etmede, bu toplumsal hastalık teşhis edildikten sonra ancak tedavi edilebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.