Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU
NEFSE AĞIR GELEN SAHİPSİZ BİR SÜNNET: İSTİŞARE (2)
Günümüzde bireysellik, özgürlük zannediliyor. Oysa istişare özgürlüklerimizi daraltmaz, aksine aklımızı ve kalbimizi korur. Yalnız karar alan insan, hatalarını da yalnız taşır, ancak istişare eden yükünü paylaşır ve paylaştıkça olgunlaşır. Tam da bu yüzden İslam dininin en çok önem verdiği konulardan biridir, istişare ve danışma mekanizması. Nitekim devletlerin, meclislerin, kurumların vb. en önemli rükünlerinden biri istişare değil midir? Aşiret, sülale, aile vb. sosyal yapılarda da ayakta kalmanın ve devam edebilmenin en önemli saiklerinden biridir, istişare.
Kur’ân-ı Kerîm’de bir sûrenin adıdır, Şûrâ.
Şûrâ, istişare demek, danışma demek, fikir teatisi demek, karşıdakine söz hakkı vermek demek, diğerine kıymet vermek demek, kardeşini anlamaya çalışmak demek, insanın rolünü oynamasına imkân vermek demek…
Bakın Yüce Yaratan Şûrâ sûresinde bir ayette ne buyuruyor: “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar” (Şûrâ, 42/38). Burada dikkat edilmesi gereken en önemli detay, ayette namaz ve infakla birlikte istişarenin de zikredilmesidir. Buradan istişarenin sadece sosyal bir davranış değil aynı zamanda bir kulluk şuuru olduğunu da görüyoruz.
Yine başka bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)
İstişare ile alakalı nasslar çoktur. Hepsini burada yazmaya gerek yok, sanırım. Önemli olan, bence ilk adım, bir defa istişare yapmaya muhtaç olduğumuzu kabul etmektir. Zira nefse ağır gelen tarafı budur. Hayırlı ve güzel ameller hep nefse ağır gelmiyor mu zaten?
İstişare derken; her konu herkese danışılmaz, bunu da aklımızdan çıkarmayalım. Yüce Rabbimiz, “…Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”(Nahl, 16/43) buyuruyor. Ayetin mesajı çok geniş; elbette istişare mekanizmasına işaret etmediğini de söyleyemeyiz. Buna göre her iş, her mesele, kimi ilgilendiriyorsa, kimin o konuda birikimi veya uzmanlığı varsa tabii olarak onlara danışılır.
Bugün bilgiye erişim kolay, ama ‘bilene ulaşmak’ oldukça zorlaştı. Herkes her konuda konuşuyor, ama ehîl olanı dinlemek nefse zor geliyor. Oysa istişare sadece konuşmak değil, doğru ölçüyü alabilme erdemidir. Dolayısıyla danışırken, her işi ilgilisiyle, ehîl olanıyla, etkilenecek olanla vb. istişare etmek gerekir. Değilse, danışma ameliyesi rayından çıkar, maksadını aşar ve işlevsiz hale gelir ki bazen bu duruma düştüğüne hepimiz şahidiz.
‘Dünya ve ahiret saadet projesi’ni tesis etmekle vazifeli Örnek İnsan Hz. Peygamber’in (sas) hayatına baktığımızda istişare kültürünü oturtmak için nasıl çabaladığını çok rahat görürüz.
Resulullah’ın (sas) idarî konulardaki kararlarını belirleyen önemli bir unsur istişare idi. İstişare ile tecrübeli insanların birikiminden yararlanır, meseleyi sahiplenmelerini temin ederdi. Sonuçta, konuşulan konu bütün toplum tarafından kabul görürdü. Müslümanların karşılaştıkları önemli olaylardan olan Bedir Savaşı’nda, Kutlu Elçi (sas) her aşamada sahabe ile istişare etmişti. Savaşa girme kararı alırken, askerlerin yerleşecekleri alanı belirlerken, savaş sonrasında esirlere nasıl davranılacağını tespit ederken hep ashabının görüşlerine başvurmuştu. Savaş esirleri, savaşın nasıl olacağı gibi dünyevî hususlarda istişare ettiği gibi bazen ezanın meşru kılınması gibi hakkında vahiy gelmeyen dinî hususlarda da istişare ediyordu. Peygamber olması hasebiyle birçok bilgi ile mücehhez olmasına ve vahiy almasına rağmen Resûl-i Ekrem (sas), ashabına danışmakla emrolunmuştu (Bkz. Âl-i İmrân, 3/159.) Nitekim Hz. Ömer bu husus ile ilgili olarak şöyle demekteydi: “Resulullah (sas), Hz. Ebû Bekir ile birlikte Müslümanları ilgilendiren meselelerde geceleri konuşmalar yapardı. Ben de yanlarında olurdum” (Bkz. Tirmizî, “Salât”, 14). Allah Resulü (sas) istişareye o kadar önem vermişti ki Ebû Hüreyre onun bu özelliğini, “Resulullah’tan (sas) daha fazla ashabıyla istişare eden bir kimse görmedim.” (Bkz. Tirmizî, “Cihâd”, 34) şeklinde dile getirmişti (Hadislerle İslam, 7/214-215).
Hz. Peygamber’in (sas) istişareyi kıyamete kadar Müslümanların hayatında sarsılmaz bir prensip kılma yolundaki en büyük adımlarından biri de Uhud savaşındaki tavrıdır.
Uhud savaşı öncesinde, Resulullah (sas) düşmana nasıl karşılık verileceği hususunda sahabilerle istişare etti. Kendisi gördüğü bir rüya üzerine Medine’de kalınmasını, kadınların ve çocukların kalelere yerleştirilerek savunma savaşı yapılmasını tercih ettiğini belirtti. Özellikle Bedir Gazvesi’ne katılamayan gençler ve Hz. Hamza, Sa‘d b. Ubâde, Nu‘mân b. Mâlik düşmanla şehir dışında savaşılmasında ısrar ettiler. Resûl-i Ekrem (sas) yenilgiye uğramalarından endişe duyduğunu bildirmesine rağmen, (bakın burası çok önemli!) çoğunluğun görüşüne uyularak karar verildi. Uhud Gazvesi Müslümanlar için ders ve ibretle doludur. Resulullah (sas) her zaman olduğu gibi bu savaşta da istişareye önem vermiş, Ayneyn geçidine yerleştirdiği okçuların onun emrine uymamaları ve yerlerinden ayrılıp ganimet toplamaya başlamaları savaşın seyrini değiştirmiştir (Uhud, DİA). Muhtemelen sonucu tahmin etmesine rağmen istişare prensibinin yara almasını istememiştir, Allahu a’lem. Belki de iman edenlerin kıyamete kadar tutacakları bir kulp hüviyetinde olan istişare ameliyesinin yara alması, kaybedilen bir savaştan daha fazla zarar verecekti, kim bilir.
(DEVAM EDECEK)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.