BAŞKANLIK SEÇİMİNİ KAZANAN ERDOĞAN OLDU

Demokraside seçimler vatandaşın, yönetime katılımına olanak sağlayan önemli bir araçtır. Türkiye, vatandaşın kendi gücüne sahip çıkması bakımından seçimlerde önemli düzeyde katılım gösteren bir ülke.

Seçimlere katılım oranının yüzde 90’ları bulduğu bir ülkeyiz. İleri demokrasi ülkeleri sayılan ülkelerde bu düzeylerde katılım oluyor mudur bilemiyorum. Seçimlerin göstermelik olduğu bazı ortadoğu toplumlarında zaten çok daha düşük düzeylerde oluyor.

Birinci seçenekte insanların seçimlere katılım gösterme düzeyindeki düşüklük, seçim sonuçlarıyla değişecek fazla bir şey olmadığı, zaten sistemin oturmuş olması dolayısıyla siyasetin insanların hayatını fazla etkilemeyeceği düşüncesinden kaynaklanıyor olabilir.

Ama, ikincisinde, yani katılımın çok düşük olduğu Ortadoğu rejimlerinde insanları seçime katılmaktan alıkoyan şeyin, seçimlerin hiçbir şey değiştirmeyeceğine dair duydukları çaresizlik ve ümitsizlik olduğunu biliyoruz. Kime oy verirlerse versinler, oy sayımları şeffaf olmadığı için oy müsameresine katılmanın hiçbir anlamı olmuyor tabii. Nasıl olsa mevcut egemen rejim istediği sonucu çok önceden hazırlamış, ilan etmek için sadece seçim tarihinin geçmesini beklemektedir. O yüzden bu tür ülkelerde katılım oranlarının yüzde onun bile altına düştüğü örneklere rastlayabiliyoruz.

Türkiye’de serbest ve dürüst seçimler en azından 1950 yılından beri çok iyi oturmuş durumda. Seçim sonuçları üzerinde kimsenin oynama ihtimali olmuyor. Darbe zamanlarında bile kurulan sandıklar darbecilerin istemedikleri sonuçlar doğurduğunda, darbeciler bu sonuçları meşru bir veri olarak kabul etmek zorunda kalmıştır; bazen bu meşru verilerin doğurduğu siyaseti başka yollarla engellemiş olsalar da...

Ancak neticede seçimler yoluyla yönetenler değişebiliyor, siyasetler değişebiliyor, belli toplumsal tabakaların dolaşımı da farklı mecralar bulabiliyor ve yeni fırsat alanları oluşabiliyor. Bu gerçek, Türkiye’de en sıradan vatandaşı bile çok güçlü kılıyor. Devletin ortağı, sahibi ve aktörü kılıyor. Esnemez zannedilen metafizik sabitlikteki siyasetler bile zamanla seçim kampanyalarının önünü açtığı müzakere atmosferlerinde esnetilebiliyor.

Tabii seçimlerin vatandaşa sağladığı bu imkan, Türkiye’de darbelerden başka bir yolla iktidara gelme şansı bulamayanlar için her zaman ayartıcı bir durum oluşturmuştur. Seçimler halkla bir diyalog ve karşılıklı anlayış içinde olmayı gerektiriyor. Jakoben bir anlayış içinde halka rağmen, velev ki halk için, siyaset gütme inadını kaldırmıyor. Ancak tek sorun jakobenizm de olmuyor. Yani zihninizde tasarladığınız bir dünya için halktan istediğiniz oyu alamayacağınızı anlayınca vermek durumunda olduğunuz tavizler sizi popülizm cenderesine kadar çekebilir.

“Kim ne veriyorsa beş fazlası” açık artırmacılığı başlayınca siyasetin dengesini toparlamak iyice zorlaşmaya başlar.

Muhalefetin vaatlerine bakıldığında bu konuda hiçbir sınır tanımadıkları görülüyor. Nasılsa iktidarda değiller ve elleri taşın altında değil. “Sana söz” diyerek isteyen herkese istediğini şimdiden vereceklerini vaat ediyorlar. Sınırsız boş vaat vermekten dolayı kaybedecekleri hiçbir şey görmüyorlar. Zira İnsanlar bu uçuk sözlere inanıp oy verseler de ne gam, nasılsa sözlerinde durmak gibi bir mecburiyetleri yok. Kim seçimden sonra gelip onlardan neyin hesabını soracak? Atı alan Üsküdar’ı geçmiş.

Bu halka vaat ettiğini seçimin ertesi günü unutan ilk popülist siyasetçi olmayacaktır nasılsa.. Hedeflenen şey iktidar ve yirmi yıldır yaptıklarını yıkmaktı. Yeni bir şey inşa etmek veya yapılmış olanların üstüne yeni bir şey eklemek bile değil. Süleymaniye’yi inşa etmek için bir Sinan bir de arkasında yetişmesi bile on yıllar almış bir bilgi, hüner ve beceri birikimi lazım. Ama yıkmak için iki amale iki kazma yeterdi ya.

Popülizm aslında demokratik siyasetin en büyük dezavantajlarından, biraz da handikaplarından birisidir. Popülist siyasi dille rekabet etmek çok zordur çünkü. Gerçek olamayacak kadar ideal, ütopik hayalleri bedavaya satar insanlara. Oradan kapıp kaçırdığı idealleri bugünün gerçeklerinin karşısına getirip çıkarır. O mevhum ütopik idealleri yine kendinden menkul bir kerametle temsil iddiası öne sürer...

Dün itibariyle tamamlanan başkanlık seçimiyle Türkiye demokrasi tarihinde, demokratik olgunluk seviyesi ve kalitesinde yeni bir eşik daha aşılmış oldu. Yine yüzde 85’i aşan bir katılımla Türk halkı dünyada eşine az rastlanır bir aktivite ve heyecanla siyasetin belirleyici aktörü olduğunu gösterdi.

55 milyona yakın vatandaşın kullandığı oylar sandıkların açılmasından sadece 3 saat içinde sayılarak bütün şeffaflığıyla, dünyanın gözü önünde sisteme yüklendi. Bütün tarafların gözetimi, kontrolü ve şahitliği altında yapılan sayımlar hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir kesinlikle ortaya çıktı.

Olayın sadece buraya kadarı bile Türkiye demokrasisi açısından neresinden bakarsanız gurur verici bir tablo... Şimdiye kadar bu ülkenin başında bir türlü sevemedikleri Erdoğan var diye ona olan hınçlarını Türkiye demokrasisinde de kusur bularak ifade edenlerin suratına çarpılacak bir tablodur bu. Diktatör dedikleri Erdoğan birinci turda seçilmek için gerekli olan oy oranını sadece binde 48 gibi bir oranla kaçırdı. İki hafta boyunca ikinci tur için yine sadece demokratik yollarla, halka kendini daha fazla anlatmaya odaklanarak, oylarını yüzde 50’nin üstüne çıkarmak için çalıştı çabaladı. Newsweek yazarının çok iyi ifade ettiği gibi dünyada bunu yapmak durumunda kalabilecek bir diktatör yoktur. Öyle ya, diktatörler ikinci tura kalmaz, seçim sonuçlarını merak etmez, merak ettirmezler. Sonuçları önceden bellidir. Oysa dün itibariyle bütün Türkiye ve bütün dünya nefesini kesmiş seçim sonuçlarını bekliyordu, sandıklar açıldığında ise son dilimdeki oylar sayılıncaya kadar da herkeste bir başka ihtimal beklentisi veya kaygısı vardı.
Sonuç olarak seçmen tercihini Erdoğandan yana kullanmıştır. Neticede Erdoğan kazanmıştır. Hayırlı Olsun.
Muhalefet bu seçimin muhasebesini yapmalı değişimi öncelikle kendi içinde yapmalı.
Neticede Erdoğan kazandı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa UÇAR Arşivi