Bu Çocukların da Bir Sahibi Var!
Zamanın birinde bir derviş varmış. Bir gün tıraş olmak için bir berbere gider ve saçlarını kazıtmak ister:
“Usturaya vur berber efendi” der.
Berber bunun üzerine başlar dervişin saçlarını kazımaya, derken iki metre boyundaki mahallenin kabadayısı içeri girer ve dervişin kazınmış kafasına bir tokat atar:
“Kalk bakalım kel, önce ben tıraş olacağım” der.
Derviş, dövene elsiz, sövene dilsiz biri olduğundan, her şeyin Hak’tan geldiğine inanmaktadır. Susar, kenara çekilir ve sabreder. Fakat kabadayı susar mı, tıraş boyunca dervişle alay eder, Kel aşağı, kel yukarı…
Sonunda kabadayının tıraşı biter ve berberden çıkana kadar dervişle alay etmeye devam eder. Henüz dükkândan çıkarken, birkaç metre gitmeden freni patlayan bir kamyon kabadayıyı altına alıp sürüklemeye başlar. Kabadayı paramparça bir halde can verir.
Bunu gören berber dervişe döner:
“Biraz ağır olmadı mı bu derviş efendi, ne beddua ettin be adama”
Derviş cevap verir:
“Vallahi kendisine beddua etmedim, gönül koymadım, hatta hakkımı da helal etmiştim. Ama gel gör ki bu kelin de bir sahibi var onun gücüne gitmiş demek ki!”
Çocukların cinsel istismara uğradığı, kadınların şiddete reva görüldüğü hatta öldürüldüğü, hayvanların eziyet edilerek katledildiği bir dünyada yaşam savaşı veriyoruz.
Kaçımız bu şekilde yaşamaktan mutluyuz, bence kendini insan olarak gören kimse bu durumdan memnun değildir, memnun olamazda. Ancak ortada bir çelişki yok mu? Hem durumdan memnun değiliz hem de seyirci kalmayı tercih ediyoruz.
Peygamber efendimiz (sav)’in şöyle bir hadisi rivayet edilir: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin), bu imanın asgari şartıdır” eminim ki bu hadisi içimizde bilmeyenimiz yoktur. Ancak bir soru sormak istiyorum.
Neden herkes imanın asgari şartını yerine getirmekle yetiniyor?
Türkiye’nin göbeği olan bir şehirde iki çocuk oklava ve şarj kablolarıyla fiziki ve cinsel tacize uğruyor. Bu çocuklar aileleri tarafından para karşılığında satılıyor ve çocuklar bu durumu resimler çizerek anlatmaya çalışıyorlar. Kız çocuğu mahkemede mektup yazarak derdini anlattığında “Adamlar en çok beni seçiyor” diyor.
Biz bunu duyuyoruz, önce sinirleniyoruz (içimizden), sonra üzülüyoruz (içimizden), sonra kin ve nefret besliyoruz (içimizden). Bazılarımızda sosyal medyadan paylaşımlar yapıyor.
Şimdi bana diyeceksiniz ki ne yapalım, sokağa çıkıp isyan mı edelim?
Hayır, bunu yapmayın. Ne mi yapın?
İlk olarak bu yapılanı görün, duyun, anlayın, oturup biraz gözyaşı dökün, daha sonra çevrenizde, mahallenizde, apartmanınızda, komşularınızda ne kadar kadın, çocuk ve hayvan varsa hepsinin gözlerinin içine bakın, acaba bu canlılar da aynı durumda olabilir mi diye bir düşünün, onlara sevgi ve şefkat besleyin, onlarla arkadaş olun, dost olun. Onlarla ilişkilerinizi güçlendirin, evlerinize davet edin, onların evlerine ziyarete gidin. Belki bu sayede kimsesizlerin kimsesi olursunuz. Ancak bu şekilde dünyamızı daha yaşanır hale getirebiliriz.
Eğer dediklerimi yapamıyorsanız size daha etkili bir çözüm sunabilirim!
O tecavüze uğrayan çocuklar ya sizin çocuklarınız olsaydı?
O dövülen, öldürülen, ağlayan kadın ya sizin anneniz, kız kardeşiniz, eşiniz olsaydı?
O tekmelenen hayvan ya evinizde oyun oynadığınız, sevip kokladığınız kediniz olsaydı?
Ne yapardınız, lütfen empati kurmaya başlayın!
O zaman bu olayda da aynısını yapın, evet nasıl ki o kelin bir sahibi varsa kuşkusuz o çocukların kadınların ve hayvanlarında bir sahibi var ve kuşku yok ki bunların hesabı çok ağır sorulacaktır. Ancak bizde varız, bizde olmalıyız!
Ezilenin, acı çekenin, çaresiz kalanın yanında olmalıyız.
Yoksa vallahi bunun hesabı ağır olur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.