Prof. Dr. İbrahim BAZ-Şehrimizi Tanıyalım...

Prof. Dr. İbrahim BAZ-Şehrimizi Tanıyalım...

BİR DAĞI SEVMEK

BİR DAĞI SEVMEK

Modern insanın hastalığıdır bitkiyi bile cansız bilmek. 
Taşı, toprağı, havayı ve suyu cansız diye tanımlamak. 
Hayvanı hor ve hakir görmek. 
İnsanı bile değil, bizzat ve yalnız kendini üstün ve asıl görmek, kendini sevmek… 
Ruhunu yitirmiş bedenlerin budalaca tavrıdır bu.
Aslını unutmanın acı bir fotoğrafı. 
Yani toprağı ve tanrıyı…
Yalnız kendini sevmenin bencilliği…
Ve aslında kendini sevmek de değildir bu. Kendini beğenmektir. 
Tanrı kompleksi taşıyan nefsin haddi aşması ve azması. 
Eskilerin tabiriyle ucub dedikleri şeydir işte bu.
Ucub ki kendini beğenme ve eksiğini görmeme, görememe halidir. 
Ucub’un kardeşi kibir ise kendini diğerlerinden üstün saymaktır.
Güneşi görmemiş buzun azameti kadardır kibirlinin hali…
Ve ne de çoktur kibrin gürültüsü…
Ucub ise kendine aşıklık hali yani narsizm bir psikiyatrik hastalıktır.
Çünkü sevginin nesnesi ötekidir. 
Bir insan, bir hayvan, bir bitki, bir dağ ama en çok da bütün bunları yaratan Allah’tır.
Özgeye muhabbettir sevginin özü.
Çünkü sevmek, çoğalmaktır. 
Ötekine kalbin bağlarıyla bağlanmak.
Çünkü insan ünsiyet sahibi olandır. 
Ötekini sevebilendir. Özgeyle gülen, ağlayan, üşüyen ve ısınandır.
Ne ısıtır ki insanı sevgiden daha çok. 
Hem sevmek, özgenin ateşiyle yanıp zindeleşmek ve yenilenmektir.
Kalbe yenilerek yenilenmektir. 
Kalbine yenilerek yâri için yanmak ve yaralanmak değil midir sevgi.
Bir kelebek gibi yârin yangınını tavaf etmek.
Sevmenin nesnesi her şey olabilir lakin bir tek sevenin kendisi olamaz.
Çünkü sevmek, gözün bakması ve gönlün görülene akmasıdır. 
Sinenin derinlerinden ılık ılık ısıtarak akan bir nehir gibi akmasıdır gönlün. 
Bir kutsala, sevgilinin boynundaki bir al şala ve hatta bir dağa. 
Bir yaşanmışlığın hatırasını canlı tutmaktır sevgi. 
Belki yalnız bir kez ve bir anlık bir bakışın közüyle tutuşmaktır. 
Hani Hz. Peygamberin “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u” demişti herkesin taş ve toprak gördüğü dağ için.
Çünkü o dağın eteklerinde çöllerin aslanı olan amcası Hz. Hamza şehit olmuştu ve belki de dağı uğursuz bakıyor ya da bakacaktı birileri o dönemde. 
Ama bir peygamberin gözü bir dağı toprak ve taş göremezdi. 
Kalbi ona öteki olarak bakamazdı. 
Dili uğursuz bir söz diyemezdi.
Bir şehidi eteklerine emanet alan ana gibi görüp ona sevgisini söylerdi ancak. 
Ve öyle oldu.
Şimdi Hacca giden herkes Uhud’a sevgiyle bakar. 
Çünkü yolundan yürüdüğü peygamber bir sevgiyle baktı ona. Bir dağı sevdi.
Bir dağa bir peygamber gibi bakmak gerek.
Yani toprak ve taşta aşk görmek. 
Yahut bir peygambere bir dağ gibi bakmak.
Söz ve kelimeler gibi toprağın ve taşın da kalbi olduğunu bilmek. 
Hacca gidenlerin Nur Dağına muhabbeti ve Hira Dağına hasreti de Hz. Peygambere hürmetindedir. 
Yahut Tur dağına tırmanışın sebebi Hz. Musa’nın halvetine hürmettir.
Yahut Cudi dağına duyulan muhabbet Hz. Nuh’a sadakat ve onun ayak izine bağlılıktır.
Binlerce yıldan beri Cudi’nin çevresinde yaşayan dağın evlatları, kapitalist devirlere kadar dağa hep hasret ve muhabbetle bakmışlardı.
Derin bir sevgiyle…
Gel gör ki şimdi sevgi solduğundan olsa gerek, dağa kara sevda ile bağlananlar artık dağı kara kömür olarak görmeye başladı. 
Sevilen dağdan kullanılan dağa…
İnsanlar gibi.
Sevilen insandan kullanılan insana dönülmesi gibi…
Halbuki bilgeler gönül dağlarını keşfetmek için bir dağın gönlüne sığınmışlar kadim zamanlardan beri. 
Dağları dünyaya direk olarak ve kutsallığın kendisi kabul etmişler. 
Bu nedenle dağdan bir şey getirmek değil, dağa bir şey götürmek ve dağı yaşatmak için gayret etmişler.
Dağlarla âşıkları eş görmüşler eskiden beri. 
Yüce dağda kar olmaz mı, seven de efkâr olmaz mı? diyen şair, dağların dumanından kendine bir yol bulmuştur.
Bilgelerin buluştuğu dağlarda onlarla yaşayarak anlaşılır ancak dağın ne olduğu en kısa yoldan.
Çünkü onlar dağı yaşatmak için dağda bir ağaç kesmek yerine bir ağaç dikmeyi dağa sevginin esası saymışlar. 
Heybelerinde taşıdıkları bir fidanla kabullerini istemişler dağdan, dağın heybetli kapılarını açmışlar o fidanla…
Dağda bir ateş yakmışlarsa o ateşi su ile söndürmeden ve soğutmadan ayrılmamışlar başından. 
Bilgeler dağları mürşit bilmişler ve bu yüzen dağı çok sevmişler. Bu nedenle dağa yalnız gitmeyi “ihvan” kültürüne aykırı kabul ederek önce refik, sonra tarik sözünü tatbik etmişler. Çünkü onlar dağda yol almayı seyr u süluka benzeterek bu manevi yolun bilinmez vadilerinde kaybolmakla dağın derinliklerinde kaybolmayı ve düşmeyi birbirine benzetip yoldaşsız yola çıkmayı yolun edebine ayrı görmüşler.
Aşıkların mevsimi olan geceyi, dağda bir gece geçirerek dağda keşfetmişler.
Arınma imkânı sunduğundan, dağın suyunun arı duru doğal halini bozmamışlar hiç...
Ne suyu kirletilmiş ne de çer çöp bırakılmış geride….
Dağın doğal hali korunmuş bir sevgi ifadesi olarak. 
Şimdi modern insan yeniden kadimi keşfetmeli. 
Sordum sarı çiçeğe diyen Yunus gibi çiçeklerle konuşan çocuklar yetiştirmeli.
Hayatın meşakkatini öğrenmek için bir dağın patikalarına düşmeli, terlemeli, yükselirken yücelmeyi ve sabır, sükûnet ve heybetle bir dağa bakmayı öğrenmeli insan. 
Bir dağı severek…
Dünyanın en yüksek, en yüce, en geniş ve derin dağı gönül dağıdır. 
İçinde sevgi olan gönülden daha büyük dağ nasıl olsun. 
Bir kalp sevdikçe gönül olur…
Gönülden gayrıyı çıkardıkça, esaretten kurtulup özgürleştikçe…
Eşkıyalar kadar evliyaların da diyarıdır dağlar. 
Kayıtlardan kurtulanların, özgürlük arayanların diyarı. 
Ben de Cudi’ye bakarken sevgiyle, şairin dörtlüğünü dilime doladım:
Dayadım sırtımı yamaçlarına 
Gönül sevdalandı dağ başlarına 

Ve Cudi cevap verdi sanki. Dağın başındaki duman ilham perisi oldu sonra. 
Bir başka şairin peşine düştüm:

Yüce dağ başında bir kuş uçurdum 
Ben meylimi bir güzele düşürdüm 
Duydum nazlı yarim yad eller almış
 Vallah dostlar ben aklımı şaşırdım

Söz bitti… 
Cudi bir kere daha bana yüceler yücesini hatırlattı. 
Gönlümde dolaşan cümleyi yüzlerce yıl önce Yunus Emre kurmuştu. 
Ben de gözlerimi yârin gözlerine diker gibi Sefine’ye dikerek okumaya başladım seherin serinliğinde: 

Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım mevlâm seni…

Demem o ki, insan bir dağ sevmeli… 
Sevmeli ki bir dağın hikayesinde bütün dağlar vardır. 
Bir ağacın hikayesinde bir orman olduğu gibi. 
Tabiattan uzaklaşmadan insan ve kendi tabiatını terk etmeden sevmeli…
Neden mi?
Çünkü sevenlerin günleri hep uzun olur…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. İbrahim BAZ-Şehrimizi Tanıyalım... Arşivi