Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

TOPLUMSAL HASTALIKLAR (5): YALAN SÖYLEME

İdeal insan yetiştirme projesinin sahibi olan İslam, ‘doğru olmak’ ve ‘doğru konuşmak’ üzerinde ısrarla durmaktadır. Bir müminin kalbinin ‘doğrulukla’ dolu olması gerektiği vurgulanır. Nitekim Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” (İbn Hanbel, 2/349)

İnsanlar arasında güven tesis eden en büyük faktör doğru sözlü olmaktır. Yalan söylemeye başlayan insan ilk önce kendine kötülük etmektedir. Zira Yüce Yaratıcı onun yalandan uzak durmasını istemektedir: “Her yalancı ve günahkâr kişinin, vay haline!” (Câsiye, 45/7)

Her günah gibi yalan da işlendikçe insana normal gelmekte ve zamanla bir hastalığa dönüşmektedir. Söylenen yalanlar veya doğruluk-dürüstlük terkedildikçe meydana gelen durumlar, toplumsal ilişkileri zedelemekte, insanların birbirine emniyet telkin edemeyeceği bir sosyal yapı oluşmaktadır. Bu durum gelecek adına endişe verici bir boyuta taşındığında dinî değerlerin hayati öneme sahip oluşu kendini iyice hissettirmeye başlamaktadır.

Birbirine rahatlıkla yalan söyleyebilen aile bireyleri arasında gerçek bir huzurun var olması mümkün müdür? Arkadaşlar arasında yalan sıradan hale gelmişse orada dostluktan bahsedilebilir mi? Çok kolay bir şekilde yalan söylenebilen ve yalan yere yemin edilebilen bir ticaretin bereketi kalır mı? Düşünün bir, alışveriş sırasında doğru bile olsa yemin etmek uygun değilken yalan yere yemin etmenin sakıncası açık değil midir?

İnsanın söz ve davranışlarında doğruluğu esas alıp yalandan kaçınması hem dinî/ahlâkî hem de dünyevî açıdan gereklidir. Fert ve toplumun sağlıklı bir hayata sahip olması için insan ilişkilerinde yalandan uzak durularak dürüstlüğün esas alınması gerekmektedir. Zira bir toplumda yalan, dedikoduya, dedikodu da insanların birbirine karşı nefret beslemesine ve nihayetinde düşmanlığa yol açabilir. İnsanların kamplara ayrıldığı ve düşmanlığın hüküm sürdüğü bir ortamda ise emniyet içinde yaşamak imkânsız hâle gelir. Dolayısıyla, bireysel ve toplumsal açıdan huzurlu olmak için yalandan sakınmak önemlidir. Bu durum, bireylerin kendi iç tutarlılıklarını sağlayarak vicdanen rahat olmaları için de gereklidir. (Hadislerle İslâm, 3/398)

Yalan konuşmama ile ilgili şöyle güzel bir hikâye anlatılır:

“Büyük âlim ve mutasavvıf Abdulkadir Geylânî (ö. 561/1166) küçük yaşta iken, Bağdat’a gidip ilim öğrenmek için annesinden izin ister. Annesi, ayrılığına dayanamayacağını söyleyerek izin vermek istemez. Ancak oğlu ısrarla izin istemeye devam edince, babasından miras kalan seksen altını alıp kırkını kardeşine ayırdıktan sonra diğer kırkını da bir keseye koyar ve keseyi oğlunun elbisesinin koltuğuna diker. Sonra onun gözlerinin içine bakarak şöyle der: ‘Gözümün nuru evladım, huzur içinde sefere çık, yolun açık olsun. Sana özellikle nasihatim şudur ki, beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme, doğruluktan asla ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir.’

Abdulkadir Geylânî annesine söz verir ve ağlayarak elini öper. Bağdat’a gitmek üzere bulunan bir kervana rast gelir ve aralarına katılır. Bir müddet yol alırlar. Yoldayken önlerine aniden bir eşkıya grubu çıkarak kervana saldırırlar. Eşyaları yağma etmeye başlarlar. Eşkıyalar teker teker kervandakileri sorgulayarak ne bulurlarsa alırlar.

Sıra Abdülkadir Geylânî’ye gelir. Eşkıyalardan birisi şaka olsun diye ona da ‘Fakir çocuk söyle bakalım senin neyin var?’ şeklinde sorar. ‘Üzerimde sadece kırk altınım var.’ deyince, eşkıya inanmaz ve bırakıp gider. İkinci eşkıya sorup aynı cevabı alınca durumu reislerine bildirirler.

Bu defa reisleri sorguya çeker. Üzerinde ne olduğunu sorduğunda o, hırkasında dikili yerde kırk altını olduğunu söyler. Eşkıyalar üzerini arayıp kırk altın bulunan keseyi bularak reislerine verirler. Eşkıyaların reisi hayretle, neden üzerinde altın olduğunu söylediğini sorar.

Abdülkadir Geylânî der ki: ‘Ben evden ayrılmadan önce anneme asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim, kırk altın için sözümü bozar mıyım?’

Bu sözleri duyan eşkıya reisinin gözleri yaşarır. Abdülkadir Geylânî’nin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçer. Kendisinin bu yaşa kadar nice hıyanet ve zulüm işlediğini, bir gün olsun Hakk’a yönelmediğini acı acı düşünür ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, şöyle haykırır:

‘Yazıklar olsun bize, biz de Allah’a söz vermiştik. Bunca zamandır sözümüzü tutmadık, kötülük yaptık. Yarın Cenab-ı Allah’ın huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak?’

Yaptıklarına çok pişman olan eşkıyalar, kervandan ne almışlarsa geri verirler. Abdulkadir Geylânî de tekrar yoluna devam ederek Bağdat’a varır.

İşte, hikâyede de anlatıldığı gibi doğru sözlü olmak ve yalandan kaçmak insana ancak fayda sağlar. Sadece kişiye değil çevresine de sirayet eder, doğruluğun getireceği güzellikler.

Bazen yalan söylemek, özellikle dostlara, kişiye inanan ve güvenen arkadaşlara yalan söylemek ihanet olarak nitelendirilmiştir. Ağır bir hüküm gibi anlaşılmasın, bu konuda son noktayı koyan Resûlullah’tan (sas) başkası değildir: “Bir konuda seni tasdik ettiği (sana inandığı) hâlde kardeşine yalan söylemen ne kadar büyük bir ihanettir!” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 71)

Yine, İki Cihan Serveri (sas) doğruluğun iyi bir kul olmaya, iyi kulluğun da kişiyi cennete götüreceğinden hareketle müminleri şu sözlerle doğruluğa teşvik etmiştir: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında doğru/sıddîk olarak tescillenir. Yalandan sakının, çünkü yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında yalancı/kezzâb olarak tescillenir.” (Müslim, “Birr”, 105.)

Velhasıl, özü ve sözü bir olmak anlamında doğruluk, insanın niyetinin söz ve eylemleriyle uyum içinde olmasını ifade eder. Bu özellikleri bünyesinde barındıran bir Müslüman dünyada ve âhirette razı olunan bir kul hâline gelecek ve ebedî mutluluğu yakalayacaktır. Bununla birlikte, nasıl yalan bütün kötülüklerin temeliyse, doğruluk ve dürüstlük de insan vicdanını huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzelliklerin temelidir. (Hadislerle İslâm, 3/402)

Toplumları içten içe kemiren ‘yalan hastalığı’ndan yılandan kaçarcasına kaçmak gerekir. Yalan, manevî büyük bir salgın gibi toplumumuzu sarmadan doğru sözlü, özü-sözü bir nesiller yetiştirmeliyiz.

Aleyhimize de olsa doğruluktan ayrılmamalı, el-Emin lakaplı olan, hayatının hiçbir döneminde yalan söylememiş, şaka dahi olsa yalandan uzak durmuş, can düşmanları ve kendisine her türlü hakaret ve iftirayı atan müşriklerin dahi yalan söylediğini iddia edemedikleri Tertemiz ve Dosdoğru Bir Zat’ın (sas) ümmeti olduğumuzu unutmamalıyız.

Bize onun yolunu takip etmek düşer. Ahirette mutlu olmamız buna bağlı olduğu gibi, dünyada da serfiraz olmanın anahtarı budur.

Cenab-ı Allah ‘doğru olan’larla ve ‘doğru söz sahipleri’yle beraberdir. Her zaman…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU Arşivi

SABIR

17 Nisan 2025 Perşembe 09:03