Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

İYİ Kİ DOĞMUŞ; NE MUTLU BİZE Kİ ONUN (sas) ÜMMETİYİZ

Mevlid-i Şerif, doğumların en şereflisi ve en kıymetlisini ifade eder. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) dünyayı teşriflerinin 1500. Yıldönümünü idrak ediyoruz. Bizi ona (sas) ümmet kılana sonsuz hamd û senalar olsun. Bizi onun şefaatine de layık kılsın Yüce Rabbimiz. Âmin.

O, ‘âlemlere rahmet olarak gönderildi’ şüphesiz. Ondan merhameti, şefkati, sevgiyi, dayanışmayı, yardımlaşmayı tam öğrendik mi acaba?

O, ‘bir öğretmen olarak gönderildiğini’ ifade ediyor bize. Ondan bilgiyi, irfanı, çalışma azmini, ibret olmadan ibret almayı, ders çıkarmayı tam kavrayabildik mi acaba?

O, ‘Müslümanların bir vücut gibi olduğunu, bu vücuttan bir organ acı çektiğinde diğer organların da o acıyı çektiğini’ öğretti bize. Öyle olmamız gerektiğini vurguladı. Acaba dersimizi aldık mı?

O, ümmet olarak bir aile olduğumuzu; kardeşliğimizi, iman bağımızı bu aile içerisinde yaşatmamız gerektiğini izah etmedi mi bizlere? İslam ümmeti olarak bir aile isek bugün ailemizin kıymetli, nazik, nazenin ferdi olan Gazze’ye karşı kardeşlik görevimizi hakkıyla yerine getiriyor muyuz? Dünyanın neresinde olursa olsun bir müminin, Müslümanın çektiği acı ve sıkıntı iştahımızı kesmiyor ve uykumuzu kaçırmıyorsa ne anladık bu kardeşlikten? Hz. Peygamber’in (sas) bize öğrettiği uhuvvet böyle mi olmalıydı? Ne kadar da uzak kaldık bazı nebevî ilkelere. Çektiğimiz birçok sıkıntının nedenini burada aramamız gerekmez mi Allah aşkına.

O, ‘kendi nefsi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe mümin olamayacağımızı’ anlattı bize. Acaba anlayabildik mi tam olarak? Tam anladıysak bu kadar kıskançlık, tamah, doymamazlık, bencillik niye geziyor aramızda?

O, ‘komşusu açken tok yatanın bizden olamayacağını’ ifade etti. Acaba komşumuzun sorununu, eksiğini kendi sorunumuz ve eksiğimiz gibi algılayabildik mi tam olarak?

O, cahiliye döneminin zulmetinde gelip karanlığı dağıtan bir kandil gibi insana insanî değerleri öğretti. Elhak, o görevini bihakkın yerine getirdi, ama bizler ve insanlık bu değerleri iyice alıp özümseyebildik mi acaba?

O, Kur’ânî prensipleri ve hayat ölçülerini en güzel biçimde hayatında tatbik ederek, uygulayarak gösterdi bizlere. Yürüyen Kur’ân oldu, konuşan Kur’ân oldu, hayatın içinde yaşayan Kur’ân oldu. Hep bizim için, daima insanlık için, her zaman dünya ve ahiret saadetinin temini için hareket etti. Acaba tam olarak örnek alabildik mi?

O, çocuğa değer verdi, şefkatle ve en kıymetli değerlerle yetiştirdi çocukları. Onun eğitim modelini hakkıyla uyguladık mı?

Kadına karşı insanlık dışı muameleler yapılıyordu. İnsan sayılmıyor, kendisine bir eşya, bir meta gözüyle bakılıyordu çoğu zaman. Bazen de doğar doğmaz diri diri toprağa gömülüyordu; utanç sebebi görülüyordu. O, kadına değer verdi, anneyi baş tacı yaptı, kız kardeşi ‘can’ yaptı, ‘kıymetli’ yaptı, kız çocuğunu ‘ciğerpare’ ve ‘göz aydınlığı’ saydı. Ailenin en önemli parçaları haline getirdi. Onun bu mesajını ve bu muamelesini hakkıyla yerine getirdik mi veya getiriyor muyuz acaba? Yoksa hâlâ bizde de cahiliye döneminin kırıntıları mı bulunmakta? Titrememiz, kendimize gelmemiz ve iki elimizi başımızın arasına alıp düşünmemiz gerekmez mi?

Hayatın her alanına dair söz söyledi, o (sas). Bizi bir an olsun yalnız bırakmadı ve bırakmıyor hâlâ Sünnet-i Seniyye’siyle.

O, Rabbimizden bize gönderilmiş en büyük lütuf ve en büyük şükür vesilesi. Ona karşı ne yapsak onun bizim için yaptıklarına karşı çok az kalır.

Ne büyük şeref ki ona ümmet olduk. Ama vazifelerimiz var, yapmamız gereken. Yerine getirmemiz gereken şeyler var, ihmal ettiğimiz.

Mevlid-i şerifini yani şerefli doğumunu idrak ettiğimiz böyle bir günde onu sadece bir güne bir geceye sığdırmamamız gerektiğini bir kez daha anlıyoruz.

O, hayatımızın her yerinde olmalı. Onu her daim yanımızda yanı başımızda hissetmeliyiz. Onun Sünnet’i yani yaşam tarzı her daim yolumuzu aydınlatacak bir fener gibi.

Onun ölümsüz öğretilerinden uzak kalmış olsak da bazı konularda ümitsiz olmamalıyız. Onun Rabbimizi razı edecek formüllerine sarılmalıyız her zamanki gibi.

Ümmet olmanın, insan olmanın, duruş sahibi olmanın, ‘adam gibi adam’ olmanın sırrı onun bize öğrettiği altın değerindeki prensip ve ilkelerde. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız asla.

Sahabe-yi kiram, ona seslenirken ‘anam babam sana feda olsun Ya Resulallah’ derdi. Bizim bu dünyada en kıymetlilerimiz ana babamızdır. Düşünün ana-babayı feda ettiğiniz derecede sevilen bir mahbuptan (sas) bahsediyoruz. Ona duyulacak sevgi derecesini bundan daha iyi anlatacak bir ifade yoktur, herhalde.

O (sas) buyurmuyor mu ‘Sizden biri beni, anası, babası ve kendi canından daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız’ diye.

Ancak ona olan sevgimiz sözde kalmamalı, sadece salavat-ı şerifelere indirgenmemeli. Bol bol salavat getireceğiz elbette her gün, hatırladıkça, ism-i şerifi geçtikçe. Ama onu (sas) seviyorsak gerçekten, bu sevgiyi bir nevi ispat etmemiz gerekir, bu muhabbetin bir tezahürünün olması lazım.

Onun bize gösterdiği hayat ölçülerini takip edip, onun ardından adım adım gitmeliyiz. Onun aydınlık, parlak, dinamik Sünnet’i bize daima rehberlik edecektir.

Yeryüzünde onun hayat veren öğretileri ve dinamik sünneti uygulandıkça insanlık büyük fayda görecektir.

Onun faziletini, güzelliğini, kıymetini, şefkatini, merhametini, izzetini, dik duruşunu, kafire karşı sert, mümine karşı rahîm oluşunu, her konuda ama her konuda bize üsve-i hasene yani en güzel model oluşunu anlatmaya gücümüz yeter mi?

Rabbim onun yolundan ayırmasın, ona layık ümmet, şefaatine layık fertler kılsın bizi. İslam ümmetinin izzet ve şerefini muhafaza etmek için onun yolundan gitmeyi hakkıyla nasip etsin bize.

Ona olan muhabbeti belki de en güzel şairler ifade edebilir. Yazımızı onun (sas) sevgisi ile ilgili Melâyê Cizîrî’nin şu şiiriyle bitirelim.

Kes nedî qet di sehergeh ku çi nazikweres î tu,

Me ji gul û nêrgizên sermesti bes î tu,

Zanim ne tinê bes yedê beyda tu didêrî,

Wer xweş ke şehîdên xwe ku ‘Îsa-nefes î tu,

Rûh î û ne cism î ji cemalê bi çi ism î,

Reng reng [tibî] keşf û şuhûdê çi kes î tu,

Roj î tu li şerqê bi cemala xwe we berqê,

Billah ji serçeşmeyê eqdes qebes î tu,

Bêje ji çi nûr î û tecella li çi Tûr î,

Geh geh li seraperdeyê can multemes î tu.

Görmemiştir hiç kimse nazenin endamını seher vaktinde,

Gül ve nergise bedel mest olmamız için sen yetersin bize,

Bilirim, sadece yed-i beyza değildir sahip olduğun mucizeler,

Gel de dirilt yolunda şehid düşmüş olanları İsa nefesinle,

Cisim değil, ruhsun sen, bilmem ki nasıl tarif etsem güzelliğini,

Bin bir renkte görünürsün, hayrette bırakırsın herkesi, nesin sen,

Cemalinle göz alan bir şimşek, doğan bir Güneş’sin doğudan,

Yeminler olsun ki, mukaddes nurlu bir kaynağın serçeşmesisin,

Söyle hangi nurdansın, hangi Tur tecellisi var sende,

Çünkü iltimaslı bir yerin var senin canlar canının otağında. (Dîvân, 168-169)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU Arşivi