Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

SABIR

Hayat bir yolculuksa, bu yolculuğun en sadık ve en sessiz yol arkadaşı sabırdır. Yüce Allah bizleri başıboş bırakmamış, aksine belli bazı sorumluluklarla ve sınavlarla muhatap kılmıştır. Her adımında bir imtihanın olduğu bu dünya, sabırla yürüyenler için ahiret saadetine çıkan bir yolculuğa dönüşür. Zira bu yolculukta gösterdiğimiz performans, ebedi yurdumuzun rotasını belirler.

İmtihan dünyasında yaşarken olumlu olumsuz birçok durumla karşılaşırız. Özellikle menfi durumlarda karşılaştığımız zorluklara mukabil dayanma gücümüzün olması gerekir. İmtihanın sırrı buradadır. Kazanmanın yolu buradan geçer.

Dünya hayatında başımıza gelen türlü türlü hastalıklar, musibetler; yüz yüze kaldığımız birçok fitne ve fesat durumu; sıkıntılar, zorluklar, katlanılması güç hâdiseler karşısında tutunmamız gereken önemli bir dal, sabırdır.

Bakın Yüce Yaratan, sabır ile ilgili ne buyuruyor:

Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Doğrusu namaz çok ağır ve çetin bir iştir. Ancak o, Allah’a duyduğu derin saygıdan kalbi ürperenlere ağır gelmez. (el-Bakara, 2/45)

“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım isteyin! Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 2/153)

“Sizi mutlaka biraz korku ve açlık ile; biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek suretiyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 2/155)

Sabır kavramı birçok ayette geçmektedir. Ancak örnek kabilinden yukarıda verdiğimiz ilk iki ayette dikkatimizi başka bir şey daha çeker: Namaz. Sabır ve namazın birlikte zikredilmesi, Yüce Allah ile olan bağın her daim sağlam tutulmasına ve sabır gösterilirken kimin için, kiminle, kimin yol göstermesiyle sabrettiğimizin bilincinde olmamıza matuftur. Ayrıca sabır gösterirken muhtemel bir gevşeme veya tahammülde zorlanma durumunda sığınacağımız makamın unutulmaması adına kiminle irtibata geçeceğimize işarettir. Yaratanla iletişimin en kestirme yolu elbette namazdır. Bize secdeyi ve ibadeti en güzel şekilde öğreten Zat (sas) “Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın” buyurmuyor mu? (Müslim, “Salât”, 42; Ebû Dâvûd, “Salât”, 154)

Sabrın en güzel örneklerini Hz. Peygamber (sas) ve Ashab-ı Kirâm göstermiştir. Onlar, müşriklerin en dayanılmaz işkencelerine ve ağır sıkıntılara karşı sabr-ı cemil (güzel sabır) sergilemişlerdir.

Sabırla imanın nasıl birleştiğini en çarpıcı şekilde gösteren sahabilerden biri de Habbâb b. Eret’tir. Müslüman olduğunda Mekke’de müşriklerin fizikî baskılarına maruz kalan Habbâb, Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğini inkâr etmesi için bazen çöldeki kızgın taşlar üzerinde işkenceye tâbi tutuluyor, bazen de kor ateşte iyice ısıtılan demir parçaları sırtında soğutuluyordu. Öyle ki sırtındaki bu işkence izlerini yıllar sonra bir münasebetle halife Hz. Ömer’e göstermiştir. (İbn Mâce, “Mukaddime”, 27) Habbâb’ın maruz kaldığı fizikî baskılar öyle bir duruma gelmişti ki o ve aynı durumdaki birkaç sahâbî bir gün Hz. Peygamber’e (sas) gelip, “(Bu zulümden kurtulmamız için) Allah’ın yardımını istemeyecek misin, bizim için ona dua etmeyecek misin?” diyerek yakınmışlardı. O esnada cübbesini yastık yaparak Kâbe’nin duvarına dayanmış, dinlenmekte olan Resûlullah (sas) bunları duyunca bir anda mübarek yüzü kızardı ve onlara şu telkinde bulundu: “Geçmiş ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, kemiklerinin üstündeki et ve siniri demir tarak ile taranırdı da bu (işkence) onu dininden çeviremezdi. Yine başının tam ortasına bir testere konulur, başı ikiye bölünürdü de bu (işkence) onu dininden çeviremezdi. Allah bu dini mutlaka kemale erdirecektir. O kadar ki, bineği üzerinde bir kimse (yalnız başına) San’â’dan Hadramevt’e kadar, Allah’tan başka veya kendisine zarar verebilecek bir yırtıcı dışında hiçbir şeyden korkmayarak yolculuk edebilecektir. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Buhârî, “İkrah”, 1)

Bela ve musibetlere karşı direnç göstermek anlamına gelen sabır, müminlerin hayatları boyunca en çok ihtiyaç duydukları erdemlerden biridir. Her şeyden önce sabır, tam anlamıyla iman edebilmenin ve bu imanı koruyabilmenin ilk şartıdır. Sabır, İslâm’ın on üç yıl süren Mekke döneminin en çarpıcı vasfıydı. Sabır, İslâm’ı seçen Habbâbların, Ammârların, Bilâllerin her türlü baskı ve işkencelere rağmen imanlarını koruma mücadelesiydi. (Hadislerle İslam, 3/207)

Başa gelen musibetlerin üzerinden vakit geçtikten sonra veya öfkelenildiğinde insanın sinirlerinin yatışmasından sonra gösterilecek sabır, sabır değildir. Sabrın ‘zamanında’ gösterildiğinde, ancak anlamlı olabileceği ile ilgili şu hadis çok dikkat çekmektedir: Resûlullah (sas), çocuğunun mezarı başında (feryat ederek) ağlayan bir kadının yanından geçerken ona ‘Allah’tan kork ve sabret!’ tavsiyesinde bulunur. Kadın, ‘Çek git başımdan; benim başıma gelen felâket senin başına gelmemiştir’ diye karşılık verir. Kadın maalesef Peygamberimizi (sas) tanıyamamıştır. Kendisine, onun Allah Resûlü olduğu söylendiğinde, hemen Resûlullah’ın (sas) kapısına koşar. Doğrudan Hz. Peygamber’in (sas) huzûruna çıkıp özür beyân ederek, kendisini tanıyamadığını belirtir. Allah Resûlü (sas), “Hakîkî sabır, felâketin ilk ânında gösterilendir!” buyurur. (Buhârî, “Cenâiz”, 31)

Aslında sabır kavramını sadece bela ve musibetlerle de sınırlandırmamak gerekir. Nitekim sabrın üç çeşidi olduğu söylenmiştir. İbadetler üzerinde sabır, günah işlememe noktasında gösterilen sabır ve musibetlere karşı sabır.

Bela, musibet ve türlü sıkıntılara karşı gösterilen sabır üzerinde yukarıda yeterince duruldu. Diğer iki sabır çeşidine bakmak gerekirse;

-Kulluk vazifesi yerine getirilirken farzlar nefse ağır gelmez mi? Namaz ibadetinin devamlılığı, sabah namazına kalkma gibi durumlar gerçekten insana ağır gelebilmektedir. Sabırla adeta özdeşleşen oruç ibadeti de dikkat çeker. Hac ibadetindeki meşakkate sabır gösterilmeyecekse o ibadet nasıl tamamlanır? Velhasıl tüm ibadetlerde devamlılığı sağlamak ve yaratılış gayesi olan kulluk vazifelerini eda etmek için elbette sabır gerekecektir.

-Peki günah işlememek için sabır gerekmeyecek mi? Zira günahlar cazip gelir insan nefsine. “Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” (Buhârî, “Rikâk”, 28) hadisi aslında tam da bu gerçeğe işaret eder. İmtihan dünyasında kulluk vazifesini yerine getirirken tüm cazibesine rağmen günahlardan uzak durabilmektir, marifet. Öyle olmasaydı imtihanın anlamı kalmazdı.

Sabır, sadece susmak ya da dişini sıkmak değildir; sabır, Allah’a dayanmaktır. Sabır, duanın cevabını beklerken ümidini bir an olsun kaybetmemektir. Sabır, en karanlık gecede bile güneşin doğacağına inanmaktır. Bazen bir hastane odasında, bazen sınav kaygısında, bazense hayatın içinden geçen en ağır bir cümle ile imtihan ediliriz. İşte böyle zamanlarda sabır, sığınılacak en sağlam ve en değerli limandır. Sabır sadece beklemek değil, beklerken doğru istikametten bir an olsa sapmamaktır.

Rabbimiz, bizleri hem ibadetlerini eda ederken hem günahlardan uzak durmaya çalışırken hem de başa gelen çeşitli bela ve sıkıntılarla karşı karşıya kalırken sabr-ı cemil gösteren kullarından eylesin.

Sabrın sonu selamettir. Daima…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum
Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU Arşivi