Karanlığın içinde gökyüzünün en parlak yıldızları Gazze’de kayıp gidiyor en derinden…
Görmeyenlerin gözleri kör, gönülleri karanlık, dipsiz denizin en derininden.
Güneşin doğduğu yerden, karanlığın içinde yetim ve öksüz bir çocuğun çığlığı tüm dünyaya yayılıyor…
Gündüzleri, sığınağın zifiri karanlığında gece, geceleri bombaların ve kurşunların ateşinde gündüz.
Bir kuru ekmek, bir bulanık su, bir dikenli döşek, birde babanın sıcak avuçlarını özleyen bir günahsız beden…
Gözlerini kapatmaya korkan...
Çığlığında yürekleri yakan…
Bebeklerin büyüyemediği…
Çocukların oynayamadığı…
Büyüklerin çocuklarının ekmek bile yediğini göremediği bir yer…
Annenin ciğerini yakan şefkat ateşi!
Karnındaki bebeğini bile doğurmaya ve koklamaya imkânı olamayan, gebe haliyle şehadete yürüyen bir beden…!
Gel gör ki bu dünya bedeninin bir yanı, gül bir yanı diken…
Bir yüzü kış, bir yüzü bahar…
Bir çehresi gece, diğeri gündüz...
Cellatların hançeri, meleklerin yüreğine saplanmış.
Kıyamete meydan okuyan caniler, Nemrut’lar, Firavun’lar asrında, aciz ve kimsesiz bırakılmış bir yetim…
Ateş, su olmuyor artık.
Karınca bile su taşımıyor İbrahim’i kurtarmaya…
İnsanlar insanlıktan uzak bir dünyalık cennette nefes alıyor.
Milyarlarca Müslüman fayda veremedi, bir avuç Ömer’e Hamza’ya…
Ensar misali sahip çıkmadı kimse, muhacir oldular ve yetim kaldılar, günahsız melekler.
Bizse sessiz ve sedasız kaldık.
Gözlerimiz kör, gönüllerimiz kuru, imanımız bir cılız tüy gibi kaldı…
Korku dolu yüreğimiz… Cesaretin kaynağı alınmıştı yüreğimizden sanki…
Bana dokunmayan yılan bin masum kanı içsin!!! Bana ne dercesine ne yazık…!!!
Dikkat edin Ebabiller geliyor desek!
Biz Müslümanlar saklanalım, korkarım ki önce bizim başımıza indirecek pişmiş çamuru …
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.