Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU

SÜNNET AİLESİ (3)

Buyurun, size Mesnevî’den güzel bir hikâye, aile ile ilgili.

Bir gece bir bedevinin karısı, dedikoduyu abartarak kocasına dedi ki: “Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz. Âlemin ömrü hoşlukla geçiyor. Sade biz kötü bir haldeyiz. Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset. Testimiz yok suyumuz gözyaşı. Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası. Geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne saldırıyoruz. Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek düşünmemizden arlanıyorlar. Akraba, yabancı, herkes bizden kaçıyor. Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geberesiceler” diyor. Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır. Biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş! İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz.

Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti. Akıllı kişi, artıya, eksiye bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer. Sel ister sâf olsun ister bulanık. Mademki baki değildir, ondan bahsetme? Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir. Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Allah’a şükreder. Bülbül “Ey duaya icabet eden Rabbim, rızık hususunda itimadımız sana” diye Allah’a hamd eder. Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlukat Yaratan’ın ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi. Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir. Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir. Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır. Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov! Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil! Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün elçisinden yüz çevirme! Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü. Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besili ise onu keserler. Gece geçti, sabah oldu. Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni baştan söyleyip duracaksın? Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden altındın. Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın, üzümün tam olacakken bozulup gittin? Meyvanın günden güne daha tatlı olması lazım. İp eğirenler gibi gerisin geriye gitmenin lüzumu yok! Sen benim eşimsin; işlerin başarılması için eşlerin aynı huyda olmaları lazımdır. Eşlerin birbirine benzemesi lazım. Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işine yaramaz. Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde doğru duramaz. Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama yolunu tutuyorsun?”

Kanaatkâr adam ihlâsla, yüreği yanarak sabaha kadar karısına bu yolda sözler söyledi. Kadın ona haykırdı: “Yürü git. Gayri bu davadan bahsetme; kibir ve azamete dair saçma sapan şeyler söyleyip durma! Ne vakte kadar bu tumturaklı sözler, bu işler güçler? Kendi halini, kendi işini gör de utan! Kibir çirkindir, ama dilencilerden olursa daha çirkin. Soğuk gün ortalık kar... Bir de elbise ıslak olursa... Ey örümcek ağı gibi evi olan! Ne vakte kadar dava, çalım; Ne vakte kadar kibir, azamet! Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin. Peygamber (sas) “Kanaat nedir? Hazinedir” dedi. Sen hazineyi mihnet ve meşakkatten ayırt edemiyorsun.

Bu kanaat daimî bir hazineden başka bir şey değildir. Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma! Yürü bana “Eşim” deme. Ben insafın eşiyim, hilenin değil. Yoksulluktan havada sivrisineği bile avlamaktasın. Bir kemik parçası için köpeklerle dalaşmakta, içi boş ney gibi inleyip durmaktasın. Bana öyle horlukla kötü kötü bakma ki damarlarının içinde dolaşan sırları söylemeyeyim. Kendi aklını benden fazla görüyorsun. Senin gibi insanı utandıracak akla sahip olmaktansa akılsızlık daha iyi! Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir. Hakk’ın adını tuzak yaptın, yazıklar olsun sana! Senden benim hakkımı Allah’ın adı alacak.

Kadın bu yolda genç kocasına bu sert sözlerle cevap verdi.

Bedevi dedi ki: “Yoksulluk, benim için iftihar edilecek bir şeydir; tamahkâr tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez. Tamahkâr bütün gönülleri kaplar. Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkâna yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez. Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma, çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Allah’tan pek büyük bir rızıkları vardır.”

Kadın onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı ve şöyle dedi: “Yoksulluk yüzünden sabrım tükendiyse bu da kendim için değil, senin için. Sen, bana dertli zamanlarda deva oldun; muhtaç olmanı istemiyorum. Canın için, bu kendim için değil. Bu ağlayış bu inleyiş hep senin için. Can ve gönülle hükmüne tâbi oldum. Tövbe ettim; itirazı bıraktım. Kılıçla kefeni huzuruna koyuyorum; önüne boynumu uzatıyorum, vur! Ey ahlâkı yüz batman baldan daha güzel, daha tatlı olan kızgın adam! Sen de bana gönlünden ve gizlice merhamet et.”

Bedevî de söylediğine pişman oldu. “Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl oldu da tekmeler savurdum.” dedi.

Mesnevî’deki bu hikâyenin ana temasının nefisle aklın mücadelesi olduğu söylenmiştir. Hikâyenin sonunda bunlardan hangisinin mücadeleyi kazandığı belirsizdir. Çünkü Mevlânâ da hikâyenin sonunda neler olduğunu açık bir şekilde izah etmez. (Yıldırım, “Mesnevî’de Geçen “Bedevi ile Karısı Hikâyesi” ya da Kadının Fendi”, 2023, 916).

Biz de yukarıdaki hikâyeden, ailedeki bütünlüğü, birbirini tamamlamayı, birbirinin eksiğini gidermeyi, doğru olan hususlar üzerine nasihatleşmeyi çıkarabiliriz.

Karı kocadan biri nefsi sembolize ediyorsa, diğeri aklı sembolize eder.

Biri ruha işaret ediyorsa, diğeri bedene işaret eder.

Biri ahireti gösteriyorsa, diğeri ‘dünyadaki nasibini de unutma’ der.

Biri amel diyorsa, diğeri ihlas der.

Biri maişet diyorsa, diğeri istikamet der.

Biri maddiyat diyorsa, diğeri maneviyat der.

Biri ‘bu dünyaya bir daha mı geleceğiz?’ derse, diğeri tevazuyu hatırlatır.

Biri Allah’ı sevmekten bahsediyorsa, diğeri Allah’a saygılı olmayı hatırlatır.

Biri ‘Göklere doğru bak ferahlarsın’ diyorsa, diğeri ‘Toprağa doğru bak, nereden geldiğimizi unutma’ der.

Biri ‘Kelam eyle’ diyorsa, diğeri ‘Tefekkür edelim’ der.

Biri ‘Konuşacağım’ diyorsa, diğeri ‘Dinlemek güzeldir’ der.

Velhasıl-ı kelam, Sünnet Ailesi, doğru ve sağlam temeller üzerine kurulmuş, topluma faydalı ve salih bireyler yetiştiren bir ortamdır.

Sünnet Ailesi, merhamet, muhabbet ve fedakârlık üzerinde ayakta durur.

İnsandan topluma, toplumdan ümmete, ümmetten insanlığa uzanan bütün yolların tarifi Sünnet Ailesinde saklıdır.

Örnek Aile Reisi’nin (sas) diğer bütün konularda olduğu gibi aile konusunda da ortaya koyduğu model, kurtuluşun yoludur, sığınılacak bir melce’dir, varılacak bir limandır, tedavi olunacak bir şifahanedir.

Yüce Rabbimiz, bu modelden en üst derecede istifade etmeyi nasip eylesin. Bizi kıyamette Resul’ünün (sas) yüzüne bakamayacak durumlara düşmekten muhafaza etsin. Bize dünyada ve ahirette iyilikler ve güzellikler ihsan etsin. Bizi, ana-babamızı, çocuklarımızı, sevdiklerimizi ve bütün inananları korusun. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Nurullah AGİTOĞLU Arşivi